22 Temmuz 2012 Pazar

yaşamı yadırgamak

yerini yadırgamak. bunu hepimiz biliriz. biliriz, değil mi? gördüğün yerlerden, uyuduğun evinden bir süre uzak kalınca, döndüğün evini yadırgarsın. asıl yadırganan mekan kısa süre kaldığın yer değildir benim için. çünkü oraya şartlanarak gitmişsindir zaten. oysa evim dediğin, koltuklarına, kapılarına, yastıklarına, suyuna, dolaplarına alıştığın yer... evine kavuştuğunda bir süre yabancılarsın, yadırgarsın. evin sana sırtını dönüp yatan eşin gibi muamele yapar sanki, soğuk davranır.

böyle bir yadırgama halindeyim. hala alışmaya çalışıyorum. "bana yüzünü ne zaman dönecek" diye iç geçirdiğim hayat. evimi değil, hayatı yadırgıyorum. buraya nereden gelmiş olabilirim, evim neresiydi benim?

sanki içimi oyup, bir mumla doldurmuşlar. mum? nereye gitse oraya uyum sağlar erime ısısıyla. sahiplenir gibi görünür ama madem yeni bir şekil alabiliyor ısınınca, onun değildir hiçbir yer.

hep yeni yere gidecekmişim gibi. yeni bir şekle girip, oraya da bir türlü sığmayacakmışım gibi. elimde değil, yadırgıyorum yaşamı.
***

bir çiçek dikiyor adam, evinin önüne. suluyor, ilgileniyor, büyütüyor. bir gün bir başkası gelip, çiçeği 'öylesine' koparıyor. bir başkasına vermek için değil ha! 'öylesine!'

yaşamı naifliğiyle büyütenlere karşı, naifliği yaşatmayan insanlar var.
***

bir yeğenim daha oldu. kederlendim.

d..f..

resim: maya kulenovic - karaca

20 Temmuz 2012 Cuma

geldi çattı remazan

geldi beklenen zaman; recep, şaban ve nihayet ramazan...
tüm açlıkların diyet zamanıdır. dilin, gözlerin, kulakların, ellerin ve belin...
bu ayda sofraların bereketi; yemeğin bolluğu değil, misafirin bolluğudur.
her akşam tatlı bir telaşla hazırlanan sofralara, fazladan iki tabak daha mutlaka konulması... 
pencerede, akşam ezanını minareye bakarak beklerken; sokağın telaşı, koşuşturması...
koltuk altına sıkıştırılmış pideler, misafirliğe yetişen güllaçlar...
kalabalık gecelerde uykusuz kalmayı göze alarak, sahura kadar oturmalar...
her sahurda annemin o leziz kuymağının sofrada talan edilmesi.
her sahurda, uyuya kalma ihtimaline karşı bir posta telefonla uyandırma servisi gibi aramak, aranmak...
davullarını erken saatlerde çalmaya başlayan davulcuların araba alarmlarıyla işbirliği yapması...
ki; bu çekilmez bir gürültü!

İstanbul'un bazı semtlerinde davul çalmak yasaklanmış. bizimkiler çaldı bu gece.
ben de belki bir davulcuya kaçarım umudumu hala yaşatıyorum ;)

velhasıl... bu geleneksel ve nostaljik tatların dışında; kutsal kitabımızı türkçe mealinden mutlaka okumalı,
Allah'ı bolca zikretmeli, sadaka vermeli, az yemeli, israftan kaçınmalı, israfın ve lüksün olduğu ortamlardan kaçınmalı, merhametli ve sabırlı olmalı... ruhu, kötü düşüncelerden, haz ve aşırı isteklerden arındırmalı. kalbi iyilikle doldurmalı...

tüm bunları, yapanlardan oluruz inşaallah. (amin)

"Oruçlunun uykusu ibâdet, nefesi tesbihtir. Duâsı kabûl olur. Ameline kat kat sevap verilir. Her şeyin bir kapısı vardır, ibâdetin kapısı da oruçtur."  hadîs-i şerîf

ramazan-ı şerifimiz hayırlı olsun efendim.

d..f..

17 Temmuz 2012 Salı

Karadeniz İsyanda!

elmalar şimdilik kızarabilir, armutlar dalında ballanabilir. gürgen, isriç, pelit, kızılağaç, meşe ve kestane ağaçları henüz ayakta dimdik durabilir. mart çiçekleri hâlâ beyaz, sarı ve pembe açabilir. mustafa kemal, kukku (guguk), atmaca, kisa, serçe, kosva gibi kuşlar şimdilik göğe hayat verebilir. manahoz deresi leziz alabalıklarını henüz saklıyor olabilir. çakıl taşları dere suyuyla şimdilik aşınabilir ve taşınmaya devam edebilir. yağmur hâlâ bu toprakların biriciği; sis, dağların giyindiği beyaz etekler olabilir. şimdilik, bugün, bu sıralar...

burası karadeniz. burada doğa, yaşamla ölümsüz bir bağ kurmuş. burada; anlatıldığı gibi yalnızca yeşilin değil, tüm renkleri en saf ve zarif desenlerle ahenk içinde bulabilirsiniz. burada hayat su gibi berrak kokar. toprağı çetrefilli ama çok cömerttir. bu coğrafya herkese açmaz kendini. uçurumlu, patika yollarına alıştığın gün, renkleri ve kokuyu duyumsarsın ruhunda. bu toprağın ruhu bir kez sızdı mı içine, onu unutman mümkün değildir. karadeniz, büyülü bir ülkedir. kendi başına, kendi doğası ve yaşamıyla, bambaşka bir dünyadır. mucizedir, zarafettir, estetiktir, neşedir, huzurdur, aşkın en yalın halidir. karadeniz, halkının anasıdır. kucaklayıcıdır, merhametlidir, sevecendir.


ağaçları, çiçekleri, kuşları, suları... tanrının en cömert yüzüdür karadeniz. ama...  ... ama çok değil; 10 yıl içinde bu doğal güzellikler, solmaya yüz tutacak. hatta başladı bile! neden mi? HES'ler yüzünden. dağların arasından bir kız gibi süzülerek akan bakir sular, HES'lerle dizginlenmeye ve başka amaçlar için kullanılmaya çalışılıyor. oysa o derelerin, akarsuların karadeniz doğasına can vermek gibi hayati ve elim bir görevi var. her bir canlının bir diğeri için varolduğu, bir saat zembereği gibi işlerlik kazandığı bu doğal unsurlardan biri sekteye uğradığında, başı dönüyor doğanın. sendeliyor. bizim köyümüzdeki manahoz deresi, 30 km içeride yapılan baraj yüzünden alabalıklarını kaybediyor. dere kenarındaki bitki türleri değişime uğramaya başlamış. 


kendi değerlerimize, kendi zenginliğimize büyük bir ihanettir bu. doğaya, çocuklarının yaptığı büyük bir zulüm! kapitalizmin dişlileri, şehirleri çoktan yedi bitirdi, şimdi doğayı kemiriyor son sürat. başbakan, halkına "3 çocuk" 'talimatı' verirken, acaba o çocuklara nasıl bir dünya ve gelecek bırakacak, bunu hiç düşündü mü? tanrının, doğanın kurulu düzenine saldıran bu açgözlü insan eli, cezasını çekmeyecek mi dersiniz? evet, elbette... 


bir gün kuşlar gökyüzünü, sular yatağını, meyveler ağaçlarını, ağaçlar topraklarını terkettiğinde, insanoğluna büyük bir boşluk kalacak, yıkımın boşluğu. en acısı da bugün bizlerin gördüğü ve bildiği bu güzellikler, sonraki kuşaklardan çalınıyor olacak. gelecekten çalmak, en büyük hırsızlık değil midir?

hayatımın en güzel dönemi, biricik çocukluğumu bu kadar güzel ve unutulmaz kılan köyümdür benim. küçücük mucize dünyam. onun varlığını bilmek, arada bir görmek hayatı katlanılır kılan yegane unsur. bizler toprağına köyüne bağlı, her dem o renkli dünyanın özlemini çeken, özünde her zaman gurbetçi olan çocuklarız, çocuklarıyız karadeniz'in. o büyülü ve fantastik dünyamızın zarar görmesi, incitilmesi hepimizi derinden etkiliyor ve üzüyor. HES'lerin, mucizemize çomak sokan kirli ellerini, topraklarımızda görmek istemiyoruz.




bu sebeple; 

d..f..

bu isyana ses ver!