29 Eylül 2009 Salı

toprak ananın anasına benzemeyen kızları ve oğulları...


22.57... bu blogun nesi var, saatleri benim saatlerime uymuyor? neyse...
bursa da diyarbakırsporlu taraftarları, pekeke ile özdeşleştirilerek çirkin tavırlar sergiliyoruz. ne kadar da seviyoruz birilerini yakasından silkeleyip bizden ötelere atmayı. ne kadar da çok seviyoruz 'bizi kimse sevmiyor'ları... araplar arkamızdan vuruyor, ermeniler katletiyor, aleviler dinde ikilik çıkartıyor ve hep yalnız kalmaya itiyorlar bizi (!) biz bizi sevenlerle bizi sevmeyenleri birey olarak seçemiyoruz, sevenleri çekip alamıyoruz içimize. bir orman dolusu ağaçtan biri dalını orman dışına uzatsa ya da gölgesi yansısa dışarıya, hain ilan ediyoruz tüm ormanı ve yakıyoruz tüm ağaçları. ne kadar seviyoruz sevgisizliği yaymayı, yamyamlığı...

biz türk gençleri şöyle cesur şöyle vatanperver böyle de koruruz bir spor müsabakasında vatanımızın topraklarını: renkleri birbirinden söke söke ayırarak!

biz ne kadar da çok seviyoruz bu kara, sert kahverengi toprağı. orasıydı bizim vatanımız, kuru dağlar ve üzerinde binlerce yılın tarihi ve insan sesi/soluğu olmadan... toprağı sadece toprağın varlığını, öyle mi? toprağa varlık ruhunu veren insanını değil de kuru toprağınını sevip vatan diyoruz. üzerinde yaşayanları ise toptan hain ilan edip 'sevmeyen terketsin' diyoruz bizleri...

biz ne zaman öğreneceğiz 'gerçek vatan'ı sevmeyi? vatanı yani insan kalbini, insanın özyurdu ruhunu, dilini, sesini, ışığını, bakışını? biz ne zaman öğreneceğiz ten rengine, göz rengine bakmadan, sevdiği renkleri sorgulamadan insanları sevmeyi? ne zaman sevginin ne olduğunu öğreneceğiz?

biz ne zaman içinde bizim de olduğumuz toprağın içindeki kalbimizi sevmeyi öğreneceğiz.
işte o kadar içimizdeyiz birbirimizin...

d..f..
- saçlarım göğü tarasın ve dökülsün insanın yaratıldığı toprağa.
topraktan yaratıldık diye mi toprağa bu aşk? değil! toprak önce bizim için yaratılmıştı, biz bizim için... topraktan almadıysak merhametin sevginin özünü ki diken de gül de aynı yerden, ayrı otu da meyve de aynı yerden... sevginin eşit dağılımı tüm çocuklarına ey toprak ana! öğret oğullarına ve kızlarına kendi öz dilini, yoksa taştan mı oldurdun bazılarımızı?
la! -


27 Eylül 2009 Pazar

tatlı bir güne ritmini veren şarkı...


lalaaa lalalala lalaaa

güzelliğin şerefine alevli bir keman eşiliğinde dans et benimle
paniğe doğru dans et benimle kendimi güvenle toparlayana kadar
beni zeytinyağı gibi kaldır ve benim ev güvercinim ol
benimle aşkın sonuna dans et
benimle aşkın sonuna dans et
ah tanıklar gittiğinde güzelliğini göster bana
babylonda yaptıkları gibi dans ettiğini hissettir bana
limitlerini bildiğim kadar bena yavaşça gönder
benimle aşkın sonuna dans et
benimle aşkın sonuna dans et
evliliğe dans et benimle,dans et benimle
nazikçe dans et benimle ve uzun dans et
ikimiz de aşkımızın altındayız,ikimiz de üstündeyiz
benimle aşkın sonuna dans et
benimle aşkın sonuna dans et
dünyaya gelmeyi soran çocuklara dans et
perdelere doğru dans et benimle öpücüklerimiz eskisin
sığınak çadırı dik şimdi,tüm teh,yine de tüm ipler kesik olsun
benimle aşkın sonuna dans et
güzelliğin şerefine alevli bir keman eşiliğinde dans et benimle
paniğe doğru dans et benimle kendimi güvenle toparlayana kadar
benimle aşkın sonuna dans et
benimle aşkın sonuna dans et
benimle aşkın sonuna dans et

leonard cohen - dance me to the end of love

bu şarkı tatlı ve güzel pazar günümüzün olsun...

-la laaaa lalalalala la laaaa... danset benle bebekim :) -

penceremde düşündüklerim...


demin pencereye çıktım. her gece bir kaç kez ilerleyen saatlerde pencereye çıkar ve etrafa bakarken birşeyler düşünürüm. planlanmayan bu düşünce akışı zaman sonra tanrıya yönelir. çünkü orada gökte, caddenin şiddetli ışıklarına rağmen görmek istediğim tüm yıldızları görürüm. kimi beyaz bulu kümlerinin geceye has akışını izlerim ve evreni düşünürüm, dünyaı ve burada nasıl tüm varlığn içinde bir nokta gibi yaayalnız durduğumu... sonra 'allahım' derim. her düşündüğüm şeyi sen hep biliyorsun, benimle hep buradasın. ben hep yalnız olduğumu düşünmek için çıktığım bu gece yarısından seninle geri dönerim.

siyah beyaz bir kedinin ayak seslerini duyduğum, çoğunlukla rüzgarın saçlarımı üşüttüğü bu saatlerde kimleri neleri düşünmem ki...? daha demin ruhumu düşündüm. iki parlak yıldızın arasından geçen cılız uçak ışığına bakıp kaymakta olan bir yıldıza benzettim. sonra göğü tarayıp yanyana sönük duran üç yıldızımı buldum. aslında onlara bakmak için çıkıyorum sanki, bir iyi geceler dilemek için tüm evrene... oradalardı yine ve onları neden sevdiğimi düşündüm. neden yanyana üç sönük yıldız? ben tanrım ve ruhum, hepsi benim algımda benim içinde olduğumu düşündüğüm ama aslında onların benim içinde olduğu bir varlık karmaşası... sönük oluşu benim sadeliğimi yansıtıyor olmalı içimden.

cohen suzana anlatıyor, özür diliyor gibi. bu şarkı bana kedileri hatırlatıyor ve geceyi, yastığa başını koyduğunda düşündüklerini. birazdan yatacağım, saat 03:56...

..ve ben ruhumu özledim, tanrıma bunu anlatırken kendime gülümsedim. biliyorsun tanrım, ben böyleyim işte, hep tamamlanmayı bekleyen bir yanım kalacak senin için...

sevgimle kal tanrım ve ruhum sana emanet...

d..f..

- o kadar aynıyız ki ruhumla bazen kendimi özlediğimi düşünüyorum -

26 Eylül 2009 Cumartesi

şimdi, bu tarihten sonra, değişmiyor yeniler

**bu kızlar bizim eski dostlardan, fotoğrafta eskidiklerinden haberleri yok. feyzbokta yenilikleri paylaşan yeni arkadaşlarımdan amine gönderdi bu karikatürü. tırnak içinde şu yazıyordu ' eskiden fezbokun olduğu bu yerler boş arsaydı' ben de ekleyeyim sonuna, sonradan boş arsaları abazalar ve sanal yaşam arsızları talan etti :) haa, ben de onlardan biriyim.


belli bir yaştan sonra hayatına giren yeniler zaman geçse de yeni kalmaya devam ediyor. oysa hep eskileri yad eder, eski dostlukları yüceltiriz değil mi? meğer önemli olan kaç yıllık ya da kaç aylık olduğu değil... düşüncelerin, aynı dili duyduğun frekansın duyum aralığı, duyum eşiği. eski dostlarla bir lokomotifin peşine takılmış vagonlar gibi gideriz bir süre. çünkü bizi bir yerde tutan ve bizi birbirimize bağlayan mecburi birliktelikler vardır. yurttur, okuldur, sıradır, üst kattaki eski komşumuzdur vs... birlikte yaşama koşulları, aynı masayı, tabağı paylaştığın insanla saf bir bağlılık oluşur. 'bir somun ekmeği bölüşmek' deyimi şüphesiz samimi ve sevgi dolu bir kelimedir ama şartların gereği zorlandığın bir durumdur. oysa sonradan edindiğin 'yeni' dostluklar şartlardan çok düşünce ve frekans ilişkileridir ve daha çok heyecan verir. eski dostluklar genellikle eskiyi yad etmekle, üzerine birşey katamadığın o eskiye bir çeşit vefa duygusu ile bir araya gelme, tarihinle, mazinle iç içe olma duygun ve belki ihtiyacındır. zamanı hissetmek, lgılamak ihtiyacı belki. yeni arkadaşlıklar ile en yenileri konuşursunuz ve üzerine koyacağınız çok şey vardır çünkü bir yanınızla da o arkadaşlığa 'eskilik' sıfatı kazandırmak isteyerek onu düzenli ve devamlı bir sürece oturtmak istersiniz. işte bu eski ve yeninin kısır döngüsüdür.

güzel olan eskiyi yenilemek için çırpınmadan yenileri hayatına katabilmektir. tabii eskiler, nostaljilerimizi ve kendi tarihimizle ilgili sürecimizde bizimle devam etmelidirler. hep durmadan o eskilerin üzerine...

- hatırlıyor musun? lisede hep muzlu süt içer halley yerdin, hatırlıyor musun edebiyat hocasına çarptığın için tokat yemiştin, hatırlıyor musun okuldan kaçıp floryadaki yazlığa gidip uyuyup kalmıştık...

herşeyi hatırlıyorum, evet...

pekii, feyzbokta varlığını farkettirmek için binlerce abuk subuk grup kuranlara dahil olmaya ne dersin? nasıl? bir grup ismi önereyim? "kokmayan o..ruklar, devrimci müslümanlar grubu, ilgi alanı kadınlar olan abazalar grubu, yedinci cücesini kaybetmiş pamuk pirenses ve yedi cüceler grubu, hadi ordan be grubu, ağzını burnunu düzlerim grurbu, kapının önüne bi çıksana grubu, amineyi kimse tanımıyor grubu, figenin dişinde haşlanmış mısır kaldı grubu...' gibi...

feyzbok üyeliğimi tam iptal ettirirken okuldan birini gördüm, nişanlanmış, öylece şaşırdım kaldım febzbokta :) şimdi bi grup kurmak istiyorum eski ve yenileri bi arada tutacak:

'evlenip çoluk çocuğa karışmış eski sevgililer grubu'

d..f..

-bu grupta eski sevgilinize rastlayacağınıza emin olabilirsiniz çünkü feyzbok un başka bir amacı yok. şuan sol kulağım fena halde yanıyor ve kızarıyor, hayırdır inşallah :) -

23 Eylül 2009 Çarşamba

evet!

her güne bayram gibi düşen deliliğin izmaritleri gibiydim de... bitti, şimdi günlük sıradan bayramlarımıza bakalım. arkadaşlarımla buluştum bugün ve belki de hiç acı çekmemiş olduğumu farkettim. kuzum nilüfer anlatırken şimdi gülüyor olabilmesinin bir de güzelliği vardı elbette. o bir hayat ağacı gibi, bir dalından tutuyor bir elim. bazen kendi başına ne düşündüğünü bilmiyorsun, belki beceremiyorsun. velhasıl...

benim için zor bir karar aldım. gururum ve kırılmışlığım çok önemsiz herkesler için. bunu bilmeyecekler bile. ve ben de bunun için duygusal ya da öfke ile davranmayacağım. hükümetler geçicidir. -hadi teselli et kendini- felsefe okuyacağım. nilgün hanım da yeniden üniversiteli olmuşsa ben de elime bir beslenme çantası almalıyım belki yeniden :)

sadece ve sadece düşünce gücümün disiplini ve alt yapısı için, bilmek için...

d..f..

-hadi bakalım sümüklü böcek, yolun açık olsun göya-
--bu da beni bi türlü beğenemiyo--

22 Eylül 2009 Salı

kuyu ve sığamamazlık


herşeye veda edesim var bu gece. canım kederlenmek istiyor, sığamamazlıktan kuyularıma sığınıyorum.

k u y u i ç i m d e b ü y ü
k
ö
r
k
u
y
u
sadece beni gör.

dönmek istiyorum, annemin rahmine. yeniden su olmak istiyorum. doğup yağamadım, doğmadan yağabilirim belki.

'kün fe yekün' dedin, yağdır beni tanrım. -amin-

ruhumdan koptum demin, şimdi uykunun rahminde tanrıdan bir işaret bekleyeceğim.

d..f..

-bir sümüklü böceğin yol haritası yağmurla silinir ancak-

21 Eylül 2009 Pazartesi

ses


yağmurun kokusu bir ses getirdi. bıraktı, bir dağ esintisiyle gözlerime. nasıl başlıyordu ilk hecesi soğuğun? ağzımdan çıkan kelimeler buharlaşıyor havada. yağmurun göğüne karışıyor. hiç bir insan sesi değil bu, zamanın ayakları birbirine dolanmış, düşüyor önüme çocukluğum. her sözcük insan nefesinden çıkıyor ve dönüşüyor zamana.

yağmurun kokusu bir ses getirdi. bir anın nakaratıdır bu, zaman zaman çalar ruhumda. kimi yaşadığım birşey gibi bakar, kimi yaşanmayı bekler aşina bir an gibi.

gözlerimi hiç görmedin, ama görmüş gibi bakıyorsun dünyaya.
yağmurun kokusu bir ses getirdi. yaşamamı çok istediği bir sesti bu, zamanın.
tanrım, bana sesin sahibini çağır, ona gözlerimi göstereceğim.

d..f..

-anjelika akbar, gün batımı ile gece saat 04:32... ...sesi göz kapaklarıma doldurup uyuyacağım-

20 Eylül 2009 Pazar

.a.r.a..a.r.a... güler/iz...

bu adama iyi bakın!
ara güler'im, ara ara güle:)rim
'bana sanatçı diyecekler diye ödüm kopuyor' diyen adam. türk değil, önemli, çünkü bu ülkeye ve istanbul a çok değerli tarihi hizmetleri var.
fotoğrafcılığı habercilik gözüyle ve arşivcilik anlayışıyla yapmış, yapıyor yani sanatçı değilim, gazeteciyim demek istiyor. ama...
çektiği fotoğraflara baktığınızda yaşamın en sanat anını büyük bir iştiyakla yakalayıp merak aşkına hapsettiğini görüyoruz. sanatçı aslen ben sanatçı değilim diyendir.
sahi biz kimlere sanatçı diyorduk?
bu kavramı deşmek istiyorum. bu vesileyle bu adamın dobra ifadelerine ve ne istediğini çok iyi bilen açısına hayranım. benim ona sanatçı demem birşeyi değiştirmeyecektir, bence o yakaladığı açı ve zamanlamalar ile öngörülü ve sezgileri, ilham kapısı ardına kadar aaçık bir 'sanatçı'
bundan kime ne...
d..f..
-ruhumla 'aram' iyidir benim-

19 Eylül 2009 Cumartesi

...

...

zuhal olcay - tango

...

pırasa sevenler ve sevmeyenler

çok iddialı bir başlık gibi görünüyor ama değil. dünyada iki türlü insan vardır. aşçılar için iki türlü insan vardır, damak tadı iyi olanlar ya da olmayanlar. kasaplar için iki çeşit insan vardır, et yiyenler ve et yemeyenler. şoförler için iki çeşit insan vardır yayalar ve olmayanlar. siyasetçiler için iki çeşit insan vardır, avam ve havas... erkekler için iki türlü kadın var güzeller ve çirkinler. kadınlar için iki türlü erkek var zenginler ve fakirler. devam edeyim mi?... bu sürer gider çünkü.

neyin içindeysek ona bölünürüz. neyin dışındaysak onu bölmeye dahil edemeyiz. biz ikiye ayrılıyoruz yani. içimizdeki bölebildiklerimiz ve dışımızda olan bölünmezler. yani hepimiz asal'ız, asal sayılar gibi içimize kapanığız. bir kendimize bölünüyoruz bir de bizi bölmeye gücü yeten içine girdiğimiz kümeye... çok mu sayısal oldu, o halde şu şekilde bir bölme işlemi yapayım : insanlar ikiye ayrılır, -bacaklarından :)

bu verdiğim link, muhteşem bir şarkıdır. baba zula - pırasa
http://www.youtube.com/watch?v=_eWdG4vL5Qo

insanlar ikiye ayrılır diyor ' pırasa sevenler ve pırasa sevmeyenler'

bölmeye yer arıyorsak -ki milletçe bölmeye ve bölünmeye çok meraklıyız- baba zula şarkısındaki ironi gibi binlerce parçaya bölünebiliriz, atomlarımızı bulamazlar. değerli olan anlamlı parçalara bölünebilmek ve bölündüğümüz yerden daha değerli parçalar üretmek.

d..f..

-matematiğe inanmıyorum. 2x2 benim dünyamda dört etmiyor arkadaşlar, hawking kurban olsun çarpım tablosuna :9 -

dipnot: buradaki dokuz(9) gülümsemeye işarettir.

18 Eylül 2009 Cuma

...

sınır/lar...

kalbimizin sınırsızlığına bakmadan sınırlar çizdik yaşadığımız göğe... sınır koyduk tüm sevinçlere sınırsız kıldık acının yolunu. varlık hamurumuzda kıvranan acıyı tanımadık, sevmedik, katlanılmaz bulduk. ama yerleşik hayata da geçemedik sevinçle. acıdan kaçar gibi kaçtığımız sevinçlerimizdi, direndik kalbimizin sınırsızlığına, etrafımızı çitlerle çevreleyip bir avuç sevince ağıt yaktık. kalbimizin acı ihtiyacına bakmadan basıp geçtik sınırsızlığın üzerine.
...

bu sığamamazlıkla sınırlar doğurn kısır insanların tiz sesleri özgürlük özlemimi sağırlaştırmak istiyor.


d..f..

-kalbimin sınırsızlığı, özgürlüğe aç... -

17 Eylül 2009 Perşembe

...

öyle keyifliyim ki yazacak sözüm kalmadı :)

sarya, kuzum sizi kalbinizden öpüyorum :) burası oraya benzemiyor ama burda olman çok hoşuma gidiyor.

yeni türküden samsun asfaltını dinliyorum.

akşam eski bir arkadaşımla iftar eyledik. sonrasında nargile şeyetik. tepede bir istanbul şöleni eşliğinde... uzun zamandır görüşmüyorduk, aslında konuşmuyorduk. konuşmak ama nitelikli cümlelerle konuşmak, çok önemli. zaman ve içine aldığı yaşam sürprizlerle dolu, insanın ağzı açık kalıyor ve yaşadıkça yeni günün ağırlaşıyor eskiler ise hafifliyor.

şöyle diyelim, geçmişe gülebiliyorsanız gelecektesiniz, ağlıyorsanız geçmişte hapsolmuşsunuz.

düşün gücüm düşün gücüm! sana sesleniyorum, beni içimdeki bilgiyle su yüzüne çıkart!

herşey çok güzel olacak, biliyorum :)

d..f..

-ruhum, varlığına...-

15 Eylül 2009 Salı

burdan yetkililere sesleniyorum! domatesleerr!

bre yet/killiler, neden bloguma giredim ben tüm gün? alt yapımız sağlam değil mi? dere yatağına mı yaptını blogumuzu? neler oluyor? açık konuşun bizimle!

akşam üzeri cep telefonum şefkatle ve sıcacık çaldı. açtım yeğenlerden biri. o şeker ve davetkar sesiynen 'bize gelir misin iftara, çok güzel yemekler hazırladım' bu davete kim hayır der? o ben değilim! evet dedim. iş çıkışı salına salına güzel hayallerle ablamızın evinin yolunu tuttuk. neşeli bir eda ilen içeri girecek olduk ki o da ne! salonun ortasında dağ gibi domates yığınları, ablaların sesi geliyor ama kendileri yok! allahım bu ne, yanlış eve mi geldim, yoksa burası domates hali mi, olmadı yok yok burası domates bostanı herhal! derken oradan gür bi ses ' ne bakıyosun korkuluk gibi, gir içeri yardım et' :( artık gelmiştim, içerdeydim oyuna dahil edilmiştim, karanlık güçler ve siyonistler beni bu domates yığınıyla yok etmeyi planlamıştı. ayaklarım beni geri çekerken gür ses çekip domateslerin azameti altında beni ezmişti.

yalnız değildim, tam dört kişiydik, nazlıcan bedirhan ve suphiyle birlikte tam dört kişi. bir kişi domatesleri yıkıyor, bir kişi bıçakla ikiye bölüyor, bir kişi robotta çekiyor diğer kişi ise kocaman bi kazanın içinde tonlarca domates cesetini bu geridönüşüm sistemin de tekrar topluma kazandırmaya çalışıyordu. pekii benim görevim neydi? çark gayet güzel işliyordu! ben neciydim, neyinizdim? elime kanlı bir bıçak tutuşturulup 'kees!' diye kükredi biri... önümdeki tonlarca domates yığını gidip başka bir domateslere bırakıyordu yerini. bir ara yemek yediğimizi hatırlıyorum ve bir ara da çay içtik. saat 22.45 sularıydı, ellerim kan revan içinde bıçağı oraya bıraktım ve ploreteyayı ayaklanmaya çağırdım. yüzüme bakıp güldüler gür sesleriyle ' zuhahahaa aptaal! zaten bitti domatesler' allaam, nasıl daha erken uyanamadım tam 5 kasa domates, bu ablalar benim olamaz, o iftara davet eden şefkatli sempatik ses, bunlar birer domates canavarı, hayır hayır, ben yanlış eve geldim! biri beni o dakika pokeledi 'kalk evine git, sabah iş vaaar' çantamı ve kanlı tişörtümü alıp evin yolunu tuttum.

şu an bunları yazarken burnuma kaynamış, salça halini almış onlarca suçsuz masum domatesin kokusu geliyor. içimden ağlıyorum. bu faşist güruhun içine nasıl düştüm, nasıl alet oldum anlamak mümkün değil. tanrım bir korkuluk olsaydım ve kargalar pisleseydi tişörtüme razıydım.

artık çok geç... şimdi uyumaya gidiyorum. rüyamda yüzlerce masum domatesin hesap soran kırmızı yüüzyle hesaplaşma vaktidir. tanrım yardımcı ol, çok korkuyorum.

d..f..

-kandilim de mübarek olsun ha :) -

14 Eylül 2009 Pazartesi

...nice

yıllara...

ruhum!

-bir kişi oldum-

'yazgı'

b.m.

rodrigo&lucia

bu müzik suyun sesi... tüm damarlarda dolanan birşey gibi. yağmura çeken bir ses, belki... ne olurdu bir sigaram olsa ama bırakmışım. paco de lucia, ruhunu tellere kaptıran adam... gezgin, çöl, su, kaçış, gün, sezgi... rodrigo nun concierto de aranjuez ini dinleyelim paco dan, defolup gidelim buralardan... -

haa! bu rodrigo nun renkleri olmalı, suya verdiği renk olmalı bu bestesi. renkler yok ama ölmezler...

-ölmeyen yalanlar körlüklerimizin eseri midir?..-

http://www.youtube.com/watch?v=w8LL1x6J2rU

Joaquín Rodrigo... - paco de lucia...

13 Eylül 2009 Pazar

'herşeye rağmen' insanı'yım

eşitlik mevzusu beni hep sarsmıştır. eşitliği ne bozabilir, o dengeyi sarsacak ortadan kaldıracak unsurlar neler olabilir? birimiz aptal ve birimiz zeki, birimiz eğitimli ve birimiz eğitimsiz, birimiz zengin ve birimiz fakir... ama bir elma hepimiz için elmadır. bir gök hepimiz için göktür, mavidir. gerçeklik makamında böyle. ekşi hepimiz için ekşi ama belki sevmeyiz birimiz ekşiyi.

kimseyi yargılayıp kendimden azat edemem. bu kimse için önemsiz olabilir ama benim için değil. her insanın bir özgül ağırlığı, bir varlık sembolü bir işareti vardır benim için. beni buradan başka bir yere taşıyacak efiltisi vardır mutlaka.

bana yalan söyleyen, kıran inciten, beni üzen, aldatan insan belki çok daha fazla insandır. hata doludur, yaşam doludur, bana varlığını hissettirir eksikliğini yani eksikliğimi. kimseyi silme, hayatımdan sonsuza kadar çıkarma yetkim yok, ruhum tüm insanlığa aç... çok uçuk ve iddialı belki ama bu böyle. yoksa bu kadar incinmişlik ve kırılganlıkla neden hala sevebiliyorum? kızıp kendime de pay çıkarıyorum. hiçbirimizin yaşadığı hayat sadece bireysel bir yaşamışlık değil, toplumsal bir biriktirilmiş, yığılmışlık, yılmışlık var içimizde. birbirimizle olan ilişkilerimiz tüm hatalarıyla kendini tamamlar. kopmak ve bütünleşmek gibi sıradanız..

her sevdiğim şey benim parçamdır. ve sevmediğim şeyler de öteki gölgede kalan, beni tamamlayan dengede tutan parçalarım. aydınlığım ve karanlığım beni bütün tutmak için var.

dönüşen bir yapı var sürekli. herşey bir oluşum içinde. yalan, ihanet, kin, kıskançlık, aşırılık... tüm bunlara karşın herşeye rağmen insanıyım. çünkü seçici olmak beni eşitsizlik eşiğine ve kibre sokar. bir farkım olsun diye, farklılıklardan vazgeçmeyeceğim. herşeye rağmen'i seviyorum...

d..f..

-bu dipnotların derdi nedir, hep yazıdan sonra varolmak istiyorlar? -

12 Eylül 2009 Cumartesi

şarkılar bizi söyler...

http://www.cafeblackk.tr.gg/CafeFm.htm

cuma-cumartesi-pazar akşamları 22 civarı internet üzerinden radyo yayını...

10 Eylül 2009 Perşembe

ah bu yağan...!

kuru çalı yağıyor gökten
eğilip alıyorum
babamın parmakları....
orada bir gölet
ağaç kabuklarından
eğilip bakıyorum
ademin yanakları...

biriktiriyor sesi
sırlarımızı, iniltilerimizi...
taşımak ne ağır
zamanın tüm ağlayan yasını...

ayaklarımın altında
akıyor saçlarım
kızımı görmek için...

maviyken duyuyorum seni gök!
onlar duymuyor yağarken.
gök gürültüsü diyorlar,
hadi uyu sen de
gürültü etme...

d..f..

-can alıcı bağırıyorsun, ölüyorlar, yapma lütfen...-

...

yağmur öldürdü
yaşatmıyor hep.
kıyıcı sular karanlık akar
soluğu keskin ustura
kendine çalıyor yaşamaktan.
...

'kün fe yekün'
bakıyor bir maviden
olan dün.
dili cebinde
düşürüyor aralıksız
aradığı suskunluğum.
sen, kabus adam!
sıkıyorsun suyu
çıkan gam.
birer dağdık evvelden
aşındırdık varlığı.
küçüldük,
kum tanesi zenginliğinde.
'kün fe yekün'
kum çölün ruhu değil
dağbaşlarını özler serap.
su ve rüzgar
kemiklerimizi arar oymak için.

'kün fe yekün'

tanrı buyruğudur
ateş insandan sonra yanar
acı, sen ölmezsin
ateşisin bu göğün.
ağladıkça söner bulut
ağladıkça dolar varlık
bedenimiz
gelincik tarlaları...

d..f..

-ol dedin oldu, şahidim...-

9 Eylül 2009 Çarşamba

...

dokundum
vardı.
dokundu
acı...
...
deniz kesimi saçları
öne doğru
bir kaç rüzgar fırçası...
yüzü yok,
saklıyor yumağında
deseni içinde
girmiyor kapıdan içeri.
inatçı kimse.

boyu güneş dökümü
gölgesi italik
saat akşam on yedi
uzayacak daha da
gece yokluğa karışacak.

ayakları arafta
kalbi insan
kalbi tarafta.

son seyri güzün
saatli mârif takvimi
her gün cebime düşen
kimi geçmişte
kimi diri...

d..f..

-özlüyorum dönmeyişini ama varlık böyle daha anlamlı, daha senden, sensizken-

6 Eylül 2009 Pazar

...

şimdi, gitmiş.
gölgesinde hüzünlendiğimiz,
rüzgarın yaprakları...
uzun soluklar birikmiş
kül rengi soğuk omuzlara.
dönmeyenlere dayanmış kapılardan
içeri açılıyor dışarılar.
çapraz kuşatılmış kalp
şimdi, gitmiş.
bir bekleyiş sarılıyor güze
sesler geliyor şadırvandan
akıyor su günlere.
silinmiş tüm ayak izleri
kalan sıcaklık dokunuyor duvardan.
zaman guguk kuşu
yanışlarım yahudi günü.
şimdi, gitmiş.
avlular doluyor öğlen üzeri
uğultuyu ezberliyor mermer
zaman kılıç balığı
gövdemde haç izleri.
tanrı gülüyor yüzü sapsarı
biraz evvel çıkmış uykusundan
işlenmiş altın gözkapakları.
delindi kulağım sala sesiyle
asıldı ölünün doğduğu gün.
şimdi, gitmiş.
ağlamıyorum.
yüzüm gri bulut
çöle sağılıyorum.
...
kalbimiz
seninle çizilmiş söze.
içinde kırmızı nar taneleri...
...
duymayalım artık bağrışmaları.
akıp gitsin ruhumuzdan
tüm acı sesler.
bir söz yaz uzakta biryerlere
susup düşeyim
onun sesine.

d..f..

- üç boylam ve bir enleme...-

...

istedim Ondan.
sarılması için suyun ateşe
bir yanmazlık, sönmezlik...
bulutu emen külü anlayıp
denizde yitmeyen tuzu istedim.

ve aşkı,
ölümle geçmeyen...

ve acı,
derinliği bitmeyen...

diledim Ondan
soylu bir araf
mihengi aşk olan...

d..f..

-kendi arafımı senden evvel çizmiştim-

1 Eylül 2009 Salı

...kadın...annem...

yetmiş bir yıllık beden. nasıl tasvir edilir bilmiyorum. çok güç... her gün yaşlılık uykusuna daldığı koltuğunda daha da zayıfladığını görüyorum. iki yıl önce, dört yıl önce, beş yıl önce, on yıl önce... zamanın koltuğun üzerinde uyuyan annemi daha cılız bir hale getirdini gözlemlemek kendimi de görmemi sağlıyor. elleri yorgun sicim gibi, saçları taranmak istemezmiş gibi, hele yüzü... o derin çizgiler zamanın oyduğu acı sığınaklarına dönüşmüş. yüzünde yetmiş bir yılın hikayesini taşıyor. gözleri daha derinleşiyor. sesi daha telaşlı daha yüksek, daha çok yaşamak istiyor annem, sesinden anlıyorum, telaşından... yaşadığını anlaması için ona boş alan açıyorum kendimce ama beceremiyor. çünkü o yaşadığını hiç anlamamış. bugünden anladığı yaşam da bir balkonda oturup geçenleri seyretmek daha güneşli havalarda. o muhteşem bir kadın, muhteşem bir varlık, muhteşem bir dirlik ve barberlik ruhu. muhteşem bir ayna, muhteşem bir yastık köşe köşe, bucak bucak...

ben bu muhteşem kadından doğdum, sonradan yarım yamalak oldum...

d..f..

uyuyuşunu izledikçe uyandırmak istiyorum onu yıllardan, ama ne mümkün...