29 Aralık 2009 Salı

...



her ağacın başka bir şarkısı vardır yağmurla. baharda, yazda ve sonbahardaki şarkı kış mevsiminde susar. yapraklar ağaçla besteledikleri şarkılarıyla giderlere toprağa. o güzelim şarkıyı söylemenin gururuyla kulaklarımızda o güzel şarkılarının sesini bırakarak...

bu çalan şarkı bir yaprak ve yağmu şarkısı gibi. günün şarkısı olsun.

d..f..

- bir pişmanlık içimde, yapmadığım şeylerden kendimi suçluyorum. gerçekten yapmadığım... -

27 Aralık 2009 Pazar

seninle ilk tanıştığım gün



tüm çocukların yüzüne değmiştir o tatlı yel, ekvatora yakın bir yerden eserek sıcağı özlemiş, serinliği özlemiş tüm taze yüzlere değmiştir bu yel mutlaka. benim yüzüme ilk değidiğinde başka birşey olduğumu hissetmiştim. uzun ağaçların olduğu bir ormanın tam altında olan evimizin iç bahçesinde ormandan kurumuş yaprak süpüren ablalarımın bağrışmalarını dinliyordum. rüzgar arada hızlanıp ağaçlara tutunan son yaprakları düşmeye zorluyordu. bir duvara yaslanmıştım ve o tatlı esintinin içinde ne olduğunu düşünüyordum. neydi yüzüme, ellerime değdikçe bana neşe ve çok tatlı bir hüzün veren şey? bu diğer rüzgarlardan değildi. üstelik çok küçüktüm ve aşkın ne olduğunu da bilmiyordum henüz. ama içime sığdıramamıştım onu, bir türlü isimlendirememiştim. çocukluğumun en çok özlediğim anısıydı o tatlı esintiyle tanıştığım o gün. çocukluğumu ve doğruğum topraklara beni en fazla çeken şeydi o ilk karşılaşma. sonra öğrendim. o esintinin içinde aşk vardı. aşık olduğumda da o esinti sarhoşluğunu hissederim. o şefkatli sarmalayıcı tüm hücreleri eline geçiren sıcak şey.

bu akşam yine karşılaştım onunla. üstelik aşıktım da. sonra, sonrası.. yok. çocukluğuma ve tüm çocuklara gülümsedim. sonra da sana... gülümsedim.

bu şarkıyı ilk defa dinledim. tıpkı o tatlı esinti gibi. koma amed - amediye

d..f..

- :) -

seninle ilk tanıştığım gün tüm aşklarımla tanışmışım meğer.

hayal dünyası ve gerçekler



bu başlıkla ilgili çok düşünmüşümdür. çünkü hayal dünyası sınır tanımyan, hayal zengini biriyim. hayal kurmak gerçekten çok önemlidir benim hayatımda. hayal kuramayan biri yoktur herhalde diye düşünmüşümdür hep çünkü hayalsizlik çok büyük bir eksiklik. ama varmış, bazı arkadaşlarım hayal kuramadıklarını söylerler.

hayalperestlik kendimi hatırladığım o ilk zamandan bu yana hep benimleydi. bu sebeple onu çok sık düşündüm. ve hayal kurmakla ilgili söyleyebileceğim en güzel ifade " hayaller gerçeklerin yapı taşlarıdır" sözümdür.

gerçek dünyanın sınırlılığı, şartları; olmasını istediğimiz, arzuladığımız birçok şeyi elde edemediğimiz için içimizdeki o sonsuzluk hissiyle kendimizi köşeye sıkışmış buluruz. bazen de merak edip de yetersiz kaldığımız şeylere ulaşmayı isteriz.

uzayda yürüdüğünüzü düşündünüz mü hiç? ayın üzerinde top oynadığınızı, uzay boşluğunda yüzdüğünüzü, satürnün halesinde bisiklet sürdüğnüzü... evet, elbette olmayacak hayaller bunlar hatta ütopya. ama ne önemi var, hayali hayal yapan sınır tanımamazlığı ve sizin kurgu dünyanız, sınırlarınızın genişliğidir. bu ütopik düşünceler, hayaller size yapabileceklerini hatırlatır.

kurduğunuz hayalin gerçeğe ne kadar yakın ya da uzak olduğunu kestirebilirsiniz. bazı hayaller sizi yatıştırır, bazıları sabretme sürecinizde sizi oyalayan, zaman kazandıran kurgular oluverir. bunları kendi yaşantımda çok sık yaşadım. sürekli iniş çıkışların olduğu bir dünyada iniş bölümüne geldiğinizde size çıkışları hatırlatan ve o tadı ve heyecanı yeniden verecek olan enerji anılar değil hayaller olur hep. hayaller yaşanmamışlıkların heyecanı ve ilkliğiyle doluyken anılar güven verici, güçlü bir mazi sunda da hüzünlüdür. ve yaşandığı için daha yüksek bir yaşam standartını istemektesinizdir artık. örneğin bisiklet kullanmışsanız motorsiklet için hayal kurarsınız.

ve elbette hayallerin de zaman içinde sizin değişiminizle şekil değişikliğine uğradığını görürsünüz. bazı hayaller günlük ufak şeylerdir bazıları ise tüm yaşamınızı kaplayan uzun vadeli ideallerin gerçekleşme arzusudur. zaman içindeki değişiminiz uzun vadeli yaşam hayallerinizde de değişikliklere yol açar. bu hayal değişikliği bocalamaya da sebep olur. çünkü uzun süre aynı hayali kurarken değişen bakış açınızla başka bir yol çizmişsinizdir ve yaşamdan başka beklentiler içine girmişsinizdir. o uzun zamandır kurulan hayalin yerini başka hayale bırakması uzun zaman alabilir. çünkü baştan sona bambaşka bir kurgudur.

hiçbir zaman hayalsiz kalmamalı insan. dünyanın sıkıcı ve can yakan gerçekliğinden kaçıp sığınacağımız yegane masal dünyasıdır hayaller. ve insan hayatında hayalden daha öznel başka bir yorum yoktur. anında oluşan koreografi, fon, replikler, roller... romancılar, hikayeciler, şairler hayal dünyasını en iyi kullananlardır herhalde. sanatın kendisi hayalden doğan, hayal gücünün sanatçıyı doğurduğu bir ilişki... gerçeğin tam kendisi taklit; yorumu ve dönüşümü ise hayal gücü ile yoğrulan başka bir ürün. işlenmişlik...

dolaysıyla hayal kurmak biraz horlanan ve güçsüzlükle yorumlanan bir iç dünya sanki günlük yaşamda.

istediğiniz birşeyin şiddetini ne belirler biliyor musunuz? hayal! hayalde ne kadar mutlu ve iyi hissederseniz kendinizi onun gerçeğini arzulamanız da aynı oranda şiddet kazanır. ve bu arzunun şiddeti sizi azme ve hırsa götürür. çünkü hiç bir hayal gerçeğin tadını vermez. gerçeğin o daha şidettli tadı için çalışırız. ama sadece hayalle yetinmek ve bunun için çaba sarfetmemek bir çeşit ruhsal bozukluk olmalı, zayıflık... özgüven eksikliği... hayalin gerçekleşmesi için çaba sarfetmeyenler hayalin işlevini özümseyememiş sefillerdir ve hayalin kırığını ruhlarına batırıp kendi yaşamlarını kanatırlar.

birşeyi gerçekten istediğinizde tüm kainat onun gerçekleşmesi için çalışır - jonathan bach7martı kitabından. bu cümleyi lisede okumuştum ve sonrasında olabileceğini düşündüğüm tüm hayallerimi gerçekleştirdim. küçük küçük... sonra büyük... ve biliyorum çok daha da büyüyecekler yaşamımda ben varoldukça.

ama değişen yön ve esen şiddetli rüzgar neyi için istediğimi soruyor ve emin olmadan karar veremiyorum. hayal kurmak kesinlikle bir incelik. estetik, ahenkli, zengin ve güç veren...

gerçekten iste, hayal et, sabret ve bunun için çalışmaktan vazgeçme. arada bir durup onu ve olabilirliğini sorgula. olmasını gerçekten isteyip istemediğini, içinde eskisi gibi canlı kalıp kalmadığını sorgula...

ah daha çok şey var da geceden sabahlara uçuyor sözler.

d..f..

- bir hayal bir yolculuk... gerçekleşmeyecekse hiç hayal olmamıştır -



lovefool... aşk ama kutsal kandırmacalardan değilim. istiyorum :)

25 Aralık 2009 Cuma

ölümün ve yaşamın varlığı

izlemeye geç kalınmış bir film izledim. "kız kardeşimin hikayesi"... filmin sonunda ölümü ve yaşamı sorgulayan kız şu cümleyi kuruyor "neden öldüğümüzü hiç anlamış değilim ve neden olduğumuzu da..."

annemin birkaç gün önce sohbet esnasında söylediği şeyi hatırladım. "ben küçükken hiç ölmeyeceğimizi zannediyordum. bir gün biri öldü dediler, o gün ölüm diye birşeyin olduğun öğrendim. çok korktum." bunu duymak beni çok şaşırttı gerçekten. hep dünyada yaşayacağımı düşünmedim hiçbir zaman. annem bunu hayatının hangi döneminde yaşamış bilemiyorum sanırım çocuklu dönemiymiş. ama her daim bir yaşam düşüncesinin varlığı ve ölümü öğrenmekle bir sonsuzluk kaybna uğramak bu dünyadan, tüm somut duyulardan...

sahi, bir gün biri gelip bize artık kimse ölmeyecek dese nasıl karşılardık? bu da başka bir korku değil midir, varolmanın o ağır yüküne bir dünya sonsuzluğu iliştirmek! bu annemin ölümü öğrendiği gün gibi korkutucu.

d..f..

-her gün yüzüne bakıp kuşa daha çok benzediğini farketmek benden gökleri kopartıyor, çalıyor. ölüm var anne ve ne mutlu ki sadece senin için değil, benim için de var. "montana'da"...-

21 Aralık 2009 Pazartesi

şiddet şiddet şiddet


"şiddet meyalim vallahi dertten" filmin ismini unuttum, aptal saptal bir filmdi, haluk bilginer ve özgü namal oynuyo diye izlemiştim. ama bu replik aklımdan çıkmıyor hiç. kendimden birşey bulamsaydım, içimden birşey çoktan unuturdum herhalde. tabii filmdeki şiddet öldüresiyeydi. oysa bendeki şiddet daha başka. bir dönem kendimi dünyanın merkezi sanmak istemiştim. - bu beni güldürüyor gerçekten, aptalca, aptallığıma - aslında bir çeşit savunma mekanizmasıdır dünyanın merkezi olmak. sen ve diğerleridir herşey. sen merkez olunca diğerleri de sana tabi oluyor. evet, doğrusu bu durum kendine güvenin mi aslında gerisinde yatan güvensizliğin belki de bir tezahürüydü. aslında tezahür de doğru tasvir değil, kılıf demek daha doğru olur bu zaafiyete.

şiddet duygusunu bende kederden orataya çıkıyor gerçekten. keder kadar şiddetleniyorum ama bu şiddeti dışa vururken çarpma savurma değil de öyle cümleler kurmayı seçiyorum. ve bağıran şarkılar, kulağımı patlatan elektro gitarlar duymadan sakinleşemiyorum. içimde tek ayağı kırık bir kısrak var ve onunla koşmak gerçekten çok güç. ama koşmayı öğrenince de ağrısı sevke dönüşüyor.

şiddet... fiziksel bir enerjide var içinde elbette. deliye dönen parmaklarımın harfleri onlarca kez aşındırması değil bu fiziksel eylem, bir uçtan bir uca yürümek, konuşmadan, durmadan... 20 25 kilometre... öğrenciyken bir terasımız vardı. çok yağmur yağardı kışın orada. terasa çıkar saaterce açık havada dolanırdım ve bir yanım da donardı soğuktan. şimdi eskisi gibi enerjik değilim ha, üşümemek için hep yürümeliyim.

işte başladı o şarkı yine. alanis morissette... - http://www.youtube.com/watch?v=dR6mEu5-egA&feature=related - artık rammstein dinlemiycem. "pusy" den sonra çok itici geldi. orjinal izleyeceğim diye neyseki sonuna kadar gidemedim. gerçekten faşistler. faşizm cinsellikte de vardır. en azından yeni albümlerini ve sonrasındakileri dinlemiycem :))

d..f..

-şiddete meyalim vallahi bu kez başka-

evet arkadaşlar şiddeti cümle içinde kullanalım iyice anlamak için: bizim şiddetimiz var, annem bana şiddet aldı, ben yolda şiddet gördüm.. aman allayim, sonuncusu beni gerdi-

- kendi yazıdıklarımı okumaya katlanamıyorum. bu sebeple imla kural ihlallerine ve yazım yanlışlarına, cümle düşüklüklerine kusur bulun da tembelliğime bulmayın nolar-

20 Aralık 2009 Pazar

ah merlot


bizim mahalleden geçerken görmüşler seni.
gölgesi güzden dökülmüş
bir tarih ağacına sallıyormuşsun.
kadınlar şişman kadehleriyle koşmuş.
yerçekimsiz üzüm dolduruyormuşsun.
benim kadehim aynadan merlot...
dolan değil boş kalandır y/üzümde.
bu yüzden hınç yapar
dudaklarımla emerim yerçekimini.
ah merlot!
üzgün kadınları güldürürken yakalamışlar seni geceleyin.
oysa kırmızı dengim renk değildir.
hani göğüs uçlarımız polenlenir,
dirseklerimiz gevşemiş yay...
dilimiz gıdıklanır ya merlot, çişimiz akıllanır...
sen mahalleden geçerken,
perde arkasından izlerim seni.
dudaklarım kıvrımlarında baygın bir tane
kabuğundan soyunmuş bir inciyim gece yarısına.
bakma kırmızı kırmızı merlot!
allanır pullanırım koynuna, kıskanır diğer kadınlar...
ah merlot!
d..f..
- bu önceden yazılmış bu gece ol'muş bir tandedir. -

18 Aralık 2009 Cuma

guggu kuşu

birkaç saat önce, tv de bir kanalda masonlarla ilgili bir program izliyoruz. bir tarihçi birkaç akademisyen... annem fındık kırıyor bir yanda. reklam arası giriyor o esnada ve ablam kanalı değiştiriyor. iki sevişken insan iştahla öpüşüyor çıkan ekranda. annem bir anda irkilip "masonlar mı öpüşüyo" diye şaşkınlık içinde soruyor... biz gülüşme halindeyiz.

akşam dayımızı ziyarete gittik, 75 yaşlarında belki daha fazla. çünkü son zamanlarda yaşı hep geriye doğru sayıyordu sanki. çünkü yaşam bu aile için çok tatlıdır. yaklaşık bir ay önce bize gelmiş, koyu bir sohbet dönmüştü. çocukluğundan girip siyasetten çıkmıştı. sonraki hafta çok sevdiği o sohbetli geceyi tekrarlamak için bize gelirlerken fenalaşıyor. ziyarete gittiğimizde hiç konuşmuyordu, sadece yatıyor ve bize bakıyor. ablam dayanamayıp ' dayı neden konuşmuyorsun, yoksa bize küstün mü?' deyince zar zor birkaç cümle kurdu. odadaki kasvetli hava biranda dağıldı. iyi olduğunu, iyileşip bize gelmesi gerektiğini söyledik. dinlenmesi için yanından ayrıldıklarında ben odada kaldım. bir süre baktım. yüzü çökmüş, iri göbeği ve göğüs kafesi oyuna koşan çocuklar gibi heyecan ve hızla inip kalkıyor... ama yan tarafa düşen ayağını toparlamaya takati yok. oarada, uyumadan yatıp gözlerini kapadığı odada neler düşünüyor kimbilir? ve zaman onun ruhunda hangi hızla akıyor, hangi telaşla? yorganı üzerine çekip alnını sıvazladım. incecik ter tabakası ve sıcak.... ne güzel bir insana dokunduğunda sıcağı hissetmen. üstelik endişe ve korku içindeysen biraz da. sıcak, sımsıcak...

annem trafik kazasında ölen bir gencin haberinde üzülüp yaşama duyurmaya çalışıyor. 'insan hangi yaşta olursa olsun, hep yaşamak istiyor' diyor. içimizdeki sonsuzluk cipi, bu duyguyu ruhumuzda salgılayan herhalde. ölmeyi isteyenlerimiz de içlerindeki o sonsuzluk hissinin sesinden kurtulmak isteyenler. çünkü çok zor bu hisle bu dünyadan gideceğini bilmek. ötesi bir muamma ve mahfuz.... nasıl bir alem, bu aleme nasıl uyum sağlayacağız düşüncesi... bu sonsuzluk duygusu ne garip birşey. beni tanrıya bağlayan ikinci önemli bağ.

derken annemin özlediği bir köy manzarasını anlatmasını hatırladık. bir kuş vardı diyor, 'guggu guggu' diye bağırırdı. gözleri kısık, incelmiş dudağını uzatarak gukku kuşunu düşünüp onun naif sesini çıkarıyor bizlere. ve ekliyor. ' guggu guşini kim önce duyarsa onun işleri rast giderdi'

d..f..
- guguk saati ha...-

17 Aralık 2009 Perşembe

ritmin tutkusu, varlığın şiddeti...

bu dürtü, acının içkinliği acıyla. acıdıkça acıtmak istersin. acı varlığını hissettirir, kendini hissettiğin en güçlü an acıdır. bu bir varlık savaşı acı çekerken acı verirsin ve savaş büyür. acının şiddeti varlığının büyüklüğünü ifade eder. kendini dünyanı merkezi hissedenler en çok acıyan ve acıtanlardır.


acının sesi bu, varlığa dönüşen tutku...

acının sesini en gür çıkaran şey ihtiras olsa gerek. elinin yetişmediği, dokunamadığının merakı ve iştiyakıyla.... elinle dokunamadığına hayalinde ruhunla dokunursun, özgür ve sıradışı. bir evren vardır, sonunu merak ettiğin. sınırlılılığını başka bir sınırlılık içinde bildiğinde ihtiras artar. orda bir evren köşesi var uzakta, gitmesek de gelmesek de orası da bizimdir. işgalci bir yapımız var ya, merkeziyiz her içimize aldığımızın ve içine girdiğimizin. elimizin yetişmediği o yerlere dokunabilseydik kesip biçmek isterdik yıldızları yerinden bir sevgilinin saçına tac yapmak için. değil mi? merkez olduğunu hissettirip merkez olduğumuzu da anlatmalıyız.

acıttığın kadar büyüksün, acıdığın kadar büyük...

-esperanza fernandez 'tangos' ta paco fernandez le ritim veriyor acıya. tellere vuran parmaklara ve kadının yüzüne bakın. -

16 Aralık 2009 Çarşamba

noktalı sataşma

tanrım! hiçbir yere yazmasam artık! bir eylem olarak yazmasam ve öncesinde düşünmesem... ah delilik! kıvrak ve ucube yol, ötesiz ve berisiz hal... şiddet şiddet şiddet... doğur, seviş, öldür, öl... edilgenliğimizde doğurturken bile şiddetin içindeyiz.

annemin yüzü son aylarda bir kuş gibi. güvercin. bakışları kanatlı, gülüşü tüy gibi hafif. sesi güneşli havalar. şiddetli bir huzur, şiddetli bir yaşama sevinciyle dolu, ne mutlu!

eski bir şehre gittim, yolculuklarda neyi kaybetmek istediğimi düşünerek.. tren iştahlı bir boğa gibiydi yolda. zamanın dışardan hızlı geçtiğini hissettim.

..ve anlatırken derinliği... yaşamı bir sevişme arzusuna sıkıştırıp ölü bedenleri yığıyoruz kapı ardlarına. bak şurada duruyor biri, dilinde yusufcuk kuşu, sokulup ölmüş kapımın menteşesinde. gömemiyorum. kanatları bende, göğe onlarla yükseliyorum. derinlik dedim dinleyene, hani bilmek gibi ağrının dilini yaşam alanında. sahi, ne demiştim şimdi hatırlayamadığım :)

gidip uyuyayım ha! kirpiklerim dökülüyor uyanıkken boyuna.

-üç noktanın belirsizliğini öpeyim. şurda bir okkalı (...) siz beni hiç duymayın, dünyayı kafesleyen soyut matematiğe geçireyim-

istisnalar kaideyi bozmazmış, kurunun yanında yaş da yanarmış. genelleyen dumura (...)

'seviyorum sizi çıldırasıya'

d..f..

15 Aralık 2009 Salı

yaşam dediğimiz ağrıya bir sorgu

yazmak, yazmak, yazmak... neden yazarız yahu? derdimiz nedir bizim? daha dün gece, başım yastığa düşer düşmez başlayan bir yolculuk. saatler ilerliyor uyku yok! yastığa değip hışırtayan gözkırpıştırma sesi kipiklerimin, kulağımda irileşiyor. uyandığımda dökülen kirpiklerimi buluyorum yastığımda. uykusuzluktan ölen kirpikler...

bir anlam uydurmaya çalışıyorum kendime. içinde tüm sorularıma bir paye biçebileceğim iri bir anlam! neyin peşinden sonsuza kadar gidebileceğimi düşündüm. -tanrı olabilir mi? hayır!- aşk diyorum, bittiklerine şahit oldum. bir çekim gücü, cazibe merkezi olmalı mutlaka... kirpiklerimin müziği eşlik ediyor. evet, merak neden var? merak...

evrenin varoluşunu/yaradılış sürecini merak ettiğimde... 'big bang' dedi bilim. büyük patlama. o patlamanın yorumunda bir seçim yapıyorsun, yaradılış mı tesadüf mü? içimde sezgisel bir çekim, tesadüflerin anlamsızlığını ve sebepsizliğini hazmedemiyor. bir doğal sistemler zinciri içinde bir tesadüf bile diğer sistemlerin nizami çalışmasına ihanet ediyor gibi, eğreti... 'kün fe yekün' ile big bang... sıfır hacimli bir kara delik ve onu dışa çeken muhteşem bir güç, fiziksel olarak formulüze edildiğinde sıfır hacim 'hiç'e tekabül ediyor. sonra evren genişliyor diyolar bilim. dışa doğru açılıyor daha olduğu o günden beri. sonu neresi, nasıl bir son olacak? ya açılıp merkezin çekim gücünden kurtulacak ve savrulacak ya da tekrar içine doğru kapanacak. dünya içindeki fizik kuralları evrenin prototipi gibi. gitikçe genişliyor evren hem de tüm sistemleri aynı muhteşem dengeyle. nedir sürekli bir oluşa tekabül eden anlam? kimi doğa kimi tanrı isimlendirmesiyle kabullenmiş.

tüm bunlara yani tüm bu oluşuma ve devamlılığa bir başka bakış açısı da katmamız gerek. çünkü o bir dil, güçlü ama kavranması güç bir dile sahip. insan kalbi ve evren birbirine paralel varlık gösteriyor. evren gibi genişliyor kalp de. ve içinde binlerce aşk yumağı, harlanmış, tutuşmuş, yanmış, vaktiyle sönmüş aşk ocağı -yıldızlar- var. ruhumuzda beliren bazı ışıkların yanıltıcı olduğunu -sönmüş yıldızların yadigar bıraktıkları ışık yolculuğunda- anlıyoruz zamanla. aynıyız evrenle, aynı, itiş kakış, çekim ve yok oluşlar yaşıyoruz, hafızasal, kalpsel, ruhsal... evrenle aynı big bangta doğmadık mı, aynı 'kün fe yekün'de? muhteşem bir şiirin farklı dilleriyiz sadece.

o halde en başa döndüğümde şunu soruyorum kendime. aşk için değilim burada. ama aşkla devam ediyorum hep, varolduğum sürece. varlığımı anlamlandıran ve evreni de dışa doğru genişleten o 'merak', ötelerde nelerin olduğu...? değil mi? içimizde 'merak'ın olmadığı bir günün nasıl geçtiğini düşündünüz mü hiç? karanlık geçer, çok karanlık! yeni bir hareketi ve öğretiyi ekleyemediğimiz günün ne kadar anlamsız ve yavan olduğunu, kirpik hışırtılarının gecemize müzik olduğu zamanlarda merak değil midir bizi oyalayan? perdelerin ardı, nelerin olacağı, yorumlarımız beynimizde bitip tükenmeyen. tıpkı bakılan fallara duyduğumuz merak gibi.

bizi sonsuza kadar götürecek olan teş şeydir merak yani bilmek. bilmek arzusu. o aşkın özüdür. çünkü kutsal kitapların metinlerinde tanımak sevmenin ilk şartıdır der. bu cümle üzre düşünelim tekrar. evren dışa açıldıkça işgal ediyor merakıyla bilgiyi. içine alıyor genişledikçe. içine aldığını seviyor ki bütünleşiyor genişliği. tıpkı kalbimiz gibi. bildikçe tanıyor ve seviyor. sevmedikçe yıldızlar gibi söndürüp alıyor aşkını sıcaklığından, buz gibi anlamsız bırakıyor. oysa buzun anlamı da bir karşı anlamın gücünün varlığıdır ve şiddeti. bilmek, aşkı anlamlandıran ve içine nedenlerini de alan bir big bangtır. her yeni bilgi yepyeni bir yaratımdır. bilmediğin yoktur çünkü. bilgi senin ona müdahil olup, kavradığın anda, varlığını anlamlandırır ve bildiğinin varlığı da tarafından tanınır yani var sayılır.

ben bilgi için varolduğumu ve onun için yaşam yolculuğumu devam ettirebileceğimi kavradım. ve bilgiye tat veren aşk, çok acıtmadan bir genişlemeye yarıyor. evet aşk ve acısızlık... bu aşkın tanımı bir kadın ya da erkek bedeni olarak tanımladığımızda yukarıda yazdıklarımın hepsi buharlaşıp yok olacaktır.

bu noktada derinlik, kuyu ve kule metaforlarımı biraz daha irdeleyip buraya aktarmak isterim.

ama bunu yapmadan dün gece kavradığım bir bilgiyi daha not alayım. şiddetin varlığı. malum son günlerde çok fazla yaşamımızın içinde oysa şiddet her an varolan bir eylem rengi... oya baydar son aylarda çokça severek takip ettiğim ve düşünsel gücünün sağlam ve insani zaviyeden yüksek beğeni duyduğum bir münevver. 'mücadele' kelimesi savaşı anımsattığı için ve savaş literatürüne ait olduğundan onu kullanmak istemiyorum diyecek kadar militarizme ve savaşa karşı bir münevver. varlık...

farkettim ki şiddetin varlığını kabul etmemek ve onu tanımamak, ona yaşam alanı vermemek, şiddetin kendisi gibi, şiddete denk bir eylem! aman tanrım :) şiddetin varlığını tanımama şiddeti... oysa doğanın dilinde, tüm yaratım sürecinde 'şiddet' hayati önem taşır. evrendeki tüm varlıklar, varoluş süreçleri içinde onlara varlıkarının anlamını ve işlevselliğini katan özelliklerini hep bir şiddet sonucu kazanmışlar ve şiddetle bir çeşit sınır atlayabilmişleridir. efendim bakınız doğum, ölüm, kazalar, sel, deprem, fırtına gibi... bu noktada şiddeti yok saymak ya da tanımamak, şiddet içeren cümleleri kullanmayarak hümanist bir yaklaşıma soyunmak aslında insani yönlerimizin kaba bulduğumuz kısımlarını tanımayarak kendimizi eksiltmemiz. doğal yaşamın bir parçası olan şiddet olgunluğa giden yolda varlığı eviren ve dönüştüren çok önemli bir kavram. belki de en çok bu noktada şiddet hümanizm için varolmalı. -savaş kavramının bizzat kendisini bu şiddet tanımının içinden soyutluyorum çünkü henüz onunla ilgili sorularım çözülmüş değil-

biraz uzun oldu farkettim :) ama yaşam dediğimiz bir ağrımız var madem ona şekil vermek için sözü kısaltmak malzemeden çalmak gibi manidar (!)

çok çok eksikler var yukarda eklemeyi unuttuğum çünkü uykusuzluk içinde debelenen akıl sızıp ayıldığında veri kaybına uğrayabiliyor, affola aklım affola...

-yazmak için yazmadım, neden yazdığımı yazdım. ölen kirpiklerimin mezar taşına methiyelerdi-

6 Aralık 2009 Pazar

kuyu



Günlerdir ağır bir uykudayım.
Duvara dayadığım bakışlarımla
Babamın kuyusundan can çekiyorum.
Can çekiyorum ‘la havle’
Ölü gözlü balıklar,
Solungaçsız adamlar
Kahırla örülmüş saçlarından tırmanıyorum
Saçlarım dökülmüş karanlıkta.
‘la havle’ baba!
Gücüm yok,
Sana yalan söylemeyeceğim.
Benim neslim duyurmayı bilmiyor
kuyulara itirazım var baba, ‘la havle’

Kuyuya kar yağıyor
Saçlarını seyrediyorum
Ellerim kanıyor tutunduğum beyazdan
Karanlığına siliyorum.
Bir nefes sokuluyor koynuma
Sıcak, diri ve çirkin…
Beni babama bırak diyorum
Uyku uyanıyor sırtımdan
Sıcak bir bayram gününe hafifleyerek...
Amcam, öldün demek!


Babalarımız gittikçe eksiliyor kardeşler,
Durmaksızın bir ademe dayanıyoruz.
Zamanın akbabaları,
Babalar öldüğünde anaların zamansızlığına sığınacağız.
Gözlerimi kırpıyorum
An ve an kuyu…

Tanrım! la havle babasız doğan her yeni güne!
Tanrım! la havle babası doğan her yeni güne
Kaybetmeyi öldüğümüzde öğreteceğiz.

d..f..

- gözlerinde en iri kuyu, çek beni saçlarından al içine ve uyu/t -