31 Aralık 2011 Cumartesi

ölüm ve dans


insanlar zamanın başına üşüşmüş,
büyümesini izliyorlar
ve dans ediyorlar mutlulukla.

uzak yerde
insandan eski olan ölümün
kokusu tazeleniyor.

vadilerden
sokak aralarına taşıyor şarap,
unutturuyor ölümü,
yaşamın mutlak varlığı olan ölümü..

d..f..

28 Aralık 2011 Çarşamba

sevgili oğlum


eğer bir oğlum olsa idi ona her yıl bir mektup yazardım.

sevgili oğlum,
6 yaşındasın ya da 7 tam kestiremiyorum :)

sana senden bahsetmeden önce biraz kendimden bahsetmek isterim. çünkü beni bilmeden, benden kendini dinlemek biraz eksik olacaktır.

eskiden arkadaşlarımızla geleceğimiz hakkında konuşurduk. nasıl yemek yapacağımızı, evimizi, nasıl bir aile kuracağımızı anlatırdık birbirimize. ve bir gün bu anılarımızı torunlarımıza anlatacağımızı söylerdik. o zamanlar bir evcilik oyunu gibiydi her şey. senden bahsetmek tatlı bir hayaldi sadece.

ve bir gün gerçekten bir ailem oldu, sen gerçek oldun. güzel yemekler yapabilecek kadar büyümemiştim henüz. ama anne olmuştum, annen. oğlumun annesi... çok sevdiğim uykuyu terkedecek, daha güzel yemekler yapmayı, dar zamanlarda çok işler becerebilmeyi öğrenecektim. sana arkadaş olmayı ve seni dinlemeyi çok sevecektim. öyle de oldu.

sen büyürken, ben de seninle büyüdüm yeniden. senin dişlerin çıkarken dişlerimi, sen emeklerken dizlerimi, yürürken kendi adımlarımı keşfettim. sana okuduğum her hikayede iyiliği öğrendim seninle, senin için. şen kahkahalar atarken, sesinin kalbimdeki coşkusunu dinledim. sevincinin ve mutluluğunun hayatımdaki en büyük eksiklik olduğunu fark ettim. oğlum, sen benim öteki yaşamımsın, doğmadan önce hiç bilmediğim, gitmediğim yepyeni bir ülke, bir cennet parçasısın.

doğduğun günün üzerinden seneler geçti ve sen okula başladın. ben de güzel yemekler yapmayı, daha becerikli olmayı öğrendim. ama hala dizlerinin üzerine düştüğünde içimden bir şeyler kopmasını engelleyemiyorum. terlediğinde elimde yeni bir çamaşırla peşinden koşmaya, ıslak saçlarını geriye doğru atmaya doyamıyorum. sana baktığımda iri gözlerini örten kirpiklerini, o masum harikulade yüzünü seyretmeye doyamıyorum.

oğlum, çocukluğumun şahidi, mutluluğum...
senden sonra hayatım değişti. artık bütün planlarımda sen varsın, senin üzerine dönüyor yaşamım... ben ve baban, senden bahsedince mutlu oluyoruz. seni bir sevdiğimize anlatırken gururla kabarıyor göğsümüz. sen Mevlamın bize verdiği en muhteşem armağansın. Allah bahtını açık etsin, seni tüm insanlığa hayırlı insan eylesin. (amin)

başarılı, faydalı, iyi, dürüst ve sevgi dolu bir insan olman için çalışacağım.
dilerim, yüzündeki masumiyet ömrün boyunca silinmez.
her zaman yanında olacağım.

annen h...

d..f..

-empatinin yetersiz kaldığı tek yürek anne yüreğidir sanırım. annemden biliyorum.-

20 Aralık 2011 Salı

siyah tül kokusu

http://www.youtube.com/watch?v=UZXmJWw3W2w

eski kiremitlerin üzerinde yürüyorum. çocukların süt dişleri bembeyaz parlıyor güneşte. dama atılmış, daha sağlam kökler için göklere... sonra çatlıyor bir kiremit ve kırmızı tozlar dökülüyor tahtalar arasından. yağmur başlıyor, kayalara tutunan yosunlar yeşeriyor yeniden. bir mart çiçeği, beyaz, dere boyunca yürüyorum, iri çakıl taşları topluyorum, suyun yumuşattığı. kervan düzlüğüne çıkıyorum, cevizlik gibi, ağaç dallarından göğün görünmediği, yeşil kokan bir düzlük. siyah bir tül takılmış dala, rüzgar emiyor kokusunu. alıyorum elime, kokluyorum. küçücük bir çocuğum, kalemtraşta parmağını açıp kanatacak kadar küçük. yeniyim, olmayan şeylerden korkacak kadar yeni. bayır aşağı çayırların arasından koşarken, rüzgarı parmaklarımla toplayabileceğimi zannedecek kadar yeniyim. çok yüksekten kendimi bırakınca uçabileceğimi zannedecek kadar yeni... siyah tülü alıp kokluyorum. yeniyim, seninle ilk orada karşılaşıyorum. neden ağladığımı bilmiyorum.

d..f..

-...-

18 Aralık 2011 Pazar

gelgit (me) lodos


aralık akşamı, lodosun yumuşak şefkatli varlığı, tüm gövdemi sarmaladı ve tatlı duygular bıraktı ruhuma. öylece oturup bir köşede, konuşmadan, dinlemek uğultusunu lodosun. derinden verdiği sesleri, yaşayıp göçen insanların bize bıraktığı, gelecekteki hayatların birikmiş seslerini... tahta kapıların, pencerelerin aralığından sızıp dağ ninnisi söyleyen en kadim dostum, sesini, tenini nerede olsa tanıdığım, sevdiğim... biriciğim gibi, bıkmadan, biriciğim gibi içinde ama uzaktan.

ne kadar kederli, kırık ve parçalanmış olsak da bütün insanları havuzunda toplayan o muhteşem zaman dilimi, çocukluğumuz... nedir sırrı, gizemi? her gün çoğalan kirin içinde ihram gibi bembeyaz bakan bize geçmişimizden. saf, temiz, henüz giyinmemiş üzerine yaşamın korkunç yüzünü. bu sebeple her konuştuğumuzda ağzımız kulaklarımızla kaç kez birleşir, kaç kez okşarız çocukluğumuzu öz sözlerimizle, okşatmak isteriz başkalarına da. ben çocukken çok mutluydum. bir daha hiç o kadar mutlu olamadım.

çocukluğumdan başka, kendimi hiç bir yere ait hissetmiyorum bu yerkürede. elime verilen bu muhteşem yaşamı bırakabileceğim değerde bir yer bulamıyorum. zaman geçiyor ve ben telaşla koşuşturuyorum. neresi?

biriciğim,
ellerimi bıraktım lodosa
değdi mi parmak uçlarına?

bağladım ayaklarımı bugün,
ellerimi, gövdemi.
ruhuma yapışan istekle kayboldukça
genişleyip yuttu beni zaman.

günlerin kuşu, cumartesi
beklemeye adanmış bir düştür.
bedenimden kesip atmak istediğim bir uzuv,
her hafta üzerime çöken siyah tören.

incitme daha fazla,
susma, ırama...
küçücük oyunuma bak,
taşlarıma, ağaçlarıma
"ve" dar sokaklarıma.

"ve" inancıma saplanan kuyu
bölüyor beni kanatlarımdan.
tut kelimelerimi
duy rüzgarımı
hisset...

de ki;
"oyununu izliyorum uzaktan,
duyuyorum"

kapı aralıkları kanıyor karanlıktan.
"tut beni" soğumayan kelimelerimden.
düşmeden ..

d..f..

-gelgitlerin erittiği, dağlar düşüyor bir bir-


*resim: gürkan coşkun

14 Aralık 2011 Çarşamba

aynı


yuvasında büyüyen
aynı
soluğumuzla yaşayan, bizimle
aynı
acısızlıktan korktuğumuz, kaçmaktan...
aynı
anlamların rüzgara kök saldığı
aynı
ve ağaçların, ağacın
aynı
köklerden toprak olduğu, aynı göğe dallarını sunak yaptığı güz
aynı
bir çocuk bakıyor penceresinden ihtiyarın
aynı
büyüdükçe daha iri hatırlanan çocuk
aynı
ve biz sukûnetiyiz sensiz geçen baharların, baharların
aynı...
d..f..

de ki;
aşk unutulacak kadar sığ değil;
yaşanacak kadar canlı derinliği...

8 Aralık 2011 Perşembe

kış uykusu

huzurun karanlığını besleyen ev
loş ışıkta yutar sesleri.
karanfiller pencere dibinde
barışa yeltenir her sabah.

tavus kuşu
belki hüdhüd...
gövdesiz ağaçları saklar.

gezindiğim ev
dokunmadığım eşyalar
zaman kokuyor.
gördüm,
ölüsün sen,
yüzün
bu yüzden soluyor her gün.

yola çıkarken
artık seni yanıma almıyorum.
bunu biliyorsun,
yorgunsun,
bekleyişinin içi kimsesiz.
ve hala bana benziyor her şey.

birazdan seni üzerimden çıkarıp
geride kalacak geceye asacağım.
uyandığım gün üzgün
ve çok daha yorgun olacak.

hoş çakal...

d..f..

-kayıtsız kalınan hiçbir sevgi yoktur. bunu (sezgiyle) biliyoruz.-