30 Eylül 2010 Perşembe

"dönmek"

her yeri içime aldım.
ama sonsuz bir boşluk var hala.
bir yakarışla dolduruyorum
o bitimsizliği.

d..f..

şarkı sözlerinde geçiyor:
"mümkün mü artık gitmek?
neresi sıla bize,
neresi gurbet?
yollar bize memleket"

yeni türkü / dönmek şarkısından...

evet, bu yer, içinde olduğumuz memleket yollardan ibaret. evimiz, neşemiz, acımız, gülüşümüz hep yol. bu koca yer yollarla örülmüş bir labirent. en değerli şey ise öğrenmek. bilginin umutsuz hüznü o boşluğu oyalayan yegane şey.

bu vesileyle bir link vermek istiyorum. çok sevdiğim bir arkadaşım, bir blog açmış. vakit ayırmış, yazmış... bu daha güzel olanı. dili biraz akademik olabilir ama tespitleri bana ilham veren, düşün gücüne hayran kaldığım biridir o. bir gün bir şey sormak istemiştim, beceremedim. soru sormak yetenektir çünkü. bilginin verdiği yalnızlığı nasıl kaldırıyorsun demek istemiştim. çünkü, çevreleyen duvarlar ve sıkışmışlığın insana verdiği yalnızlık duygusu diğer yalnızlıklara benzemez. o, evreni de saran bir yalnızlıktır. neyse... kendisi henüz 3 makale yazmış. ilerleyen günlerde devam edecektir mutlaka. bugünü daha iyi anlayabilmek ve ona göre davranabilmek için okunmasını tavsiye ederim.

http://kaosunezgisi.blogspot.com/

29 Eylül 2010 Çarşamba

iki/yüz bir şiir



korkusuzluğumu anlattım
korkumu saklamak için.
öfkemi susturup karanlık saçlarınla
annemin rahmine dönmek istedim
oynamak için yaşam bağımla!

artık korkarak yaşıyorum
ikiyüzlülüğümden.

d..f..

***

.
.
.

iç sıkıntısıdır bu! -sahte yaşlar gözünde
darağaçları düşler tüttürüp çubuğunu.
-ikiyüzlü okur, -benzerim, -kardeşim, onu
bu, kibar canavarı iyi tanırsın sen de!

c.baudelaire - okur'a şiirinden...




patti smith - land
Yükleyen aosonho. - DiÄ�er müzik videolarına göz atın.

-* fotodaki bendeniz-dir...
**şarkının 3:23 - 3:26 aralığındaki 5 saniyeyi videodan izleyin -

27 Eylül 2010 Pazartesi

...

...

mektup - I

bulamadım.
bakmak istediğim tek yer gökyüzü. ay'ı ve o yanyana üç sönük yıldızı görünce rahatlıyorum biraz. gök kafesinin üzerimize serdiği örtü bu. sen de onların altındasın. bizim nefesimizle titriyor o sönük yıldızlar. aradığım hiçbir şeyi yerinde bulamıyorum, ay ve üç yıldızdan başka.

kitap okumak istedikçe elime aldığım romanlara karşı bir isteksizlik duyuyorum. tanrım, hepsi bir kuyu gibi. hikayeler de öyle. bu, belki benin seçimimle ilgili. illa kuyu eşeleme hevesim. yazarlar, romanlarında kuyular kazmış, ansızın içinde buluyorsun kendini. sonra karanlığını görüp kuyunun, tanıyorsun. karanlığı tanımak! bütün karanlıklar aynıdır. içinde aynı şeyi taşır: korku ve kendin. peki ya şiir? her yere onunla gidebildiğin "köprüdür". ama geri götürmez. gittiğin yerde kalırsın yani hep uzaklaşırsın.

bu sabah uyandığımda, kuyuyu düşünmek istediğimi fark ettim. bir kulede doğmuşum. o tatlı çocukluk, o dağların şarkılı nöbetleri... kuleymiş; o zaman, bir kuleye inşaa edilmiş. insan büyüdükçe iniyor işte. şimdi hep gölgeler ve kuyular içre, akıcı, yapışkan sesler. kulak duvarlarımda garip yankılar... nereden yüklemişler, kimi şekil yaptığımda kulağıma kazınmış o fonlar? farkında değilim. dalgınlığım beni bir yerde biriktirmiş. kuleden indirilmişim, kapanmış kulenin kapısı. köhne, mahzen kokulu.. hani nem ve küf kokusu, bilirsin. bir değil dağ kokusuyla küf kokusu. bir rüzgar yoksunluğu ayırır onları.

soru sormak, merakın uyanıklığı... uyumasını isterdim oysa. unutmak da, unutulmak da özgürlüktür çünkü. bir ucu yanılsama olsa da. -sana kalsa aşk da bir yanılsama.- sormayacağım. hep, kendimle konuşur gibi her şey. ne sıkıcıdır, kendinden bıkan için. kimi suçlayacağım? bu sebeple lekeledim yalnızlığımı.

ağustos böceğinin sesini duyuyorum. tanrım, ne çok özlemişim bu sesi! özlenen ses... okumuyorum! yığılıp kalmışım duvar dibine. işte, arada uyanıp hafif uykularımdan göğe bakıyorum geceleri. uykunun sıkıcılığı ve boğuculuğundan nefes almak gibi bu! bunu yazıyorum çünkü, elimde değil. yazmadan yaşamak gerçekten inceltiyor beni, bedenen ve ruhen inceliyorum. boğazıma basıyormuş gibi, gizli bir basınç yaşıyor içimde.

yazmak arzusunu çok ikiyüzlü buluyorum. neden yazar insan? neden, ben buradayım diye bağırmak ister içindeki egosundan? buna tahammül edemiyorum! büyük bir ikiyüzlülükle yaşamak, insanın kendine öfke duyması da bir yandan. takdir edilmek, bunu ben bildim, ben yazıyorum, herkesin acısını yazabilirim, mutluluğunuz kakülünüz olsun, yalan..! tüm ketum cümleler ikiyüzlü. ve sen, onların içinde geziniyorsun, bir nehri taşlara basarak geçmek ister gibi, ayakları ıslanmadan!

içimde okuyacağını bilen, kendinden emin bir küstah var. ona, boşa uğraştığını anlatmak istiyorum. ama ona da yeniğim daha baştan. inanıyorum sana. yanlışlığına, yalanlarına, yokluğuna, ölmüşlüğüne, gitmişliğine, uzaklığına, hepsine inanıyorum. içimde yüksek sesle konuşan sezgilerim, sürekli vaat ediyor. vaaz eder gibi.

bu günlerde en korktuğum şey, "gitmek" fikri. tanrım! parsellenmemiş, gidilmemiş, bekareti çalınmamış yer yok, yeryüzünde. içimi kemiren gitmek fikrini nereye götürebilirim? o, doymayan çocuklar gibi, kendine yeni gidilecek oyuncaklar bulmaktan bıkmıyor. e hadi! sen git, bulunca beni de çağırırsın madem!

sana yazmadığım için bana yazdım. oysa sana ne güzel yazardım. buraya taşıyamadım tüm eşyaları. örneğin, en sevdiğim kelimeler eski evimde kaldı. burada "sen", kupkuru bir zamirden başka bir şey değilsin. ne gözün var ne ellerin. ne de senden beklentilerim. ama yine de yazıyorum. çünkü, varım; ikiyüzlü ve küstah!

fatma.

26 Eylül 2010 Pazar

...

yazacak bir şey bulamıyorum buraya artık.
daha doğrusu, buraya yazmak içimden gelmiyor.
belki sonu geldi. buradan da gitmeli belki..

d..f..

24 Eylül 2010 Cuma

genç fidan



şu dağlar
Bulut içmiş.
Kimi saç kıran,
Kimi taş basmış böğrüne.
Ben de o taşlardan biriyim.
Rüzgar estikçe ufalanır ellerim.

Doğunun ve batının sahibi
Bana kuzeyin dağlarını bıraktı.
Doğunun ve batının sahibi
Bana dağlarla konuşmayı öğretti
Toprakla kan bağı kurmayı...

yalnızlık burada hiç doğmadı.
göz alabildiğine kuzey dağları
saçlarımı kırağıyla okşadı.
Burada dağların kalbiyle konuşuruz.
Rüzgar kayalarla konuşur bazen
bazen en eski ninnileri çalar
kuru tahtalar oyuklarından.

burada yalnızlık yoktur.
dağlar yüzyıllardır antlı bizimle.


d..f..

-yaylada yalnız yaşayan fidan halama... -
*fotoğraf halama aittir - temmuz 2010-

22 Eylül 2010 Çarşamba

duvarların mevsimi



şu duvarda eskiden ucuz bir tablo vardı, iki laleyi konu alan. tam karşı duvarında anlamsız bir şeyler, duvarı işgal etsin diye asılmış. en sevdiğim duvarda armağan bir hat çalışması. hat çalışması diğer duvarda artık, diğerlerini indirdim. en sevdiğim duvarda bir çivi kaldı. asacak bir şeyim yok ona. zaten çivi de çok güzel duruyor onda. keşke öyküler asabilsem ona. uykumdan uyanıp rüyalarımı tekmeleyen sözleri yazabilsem oraya. en sevdiğim duvar, dibinde uyuduğum, soğuk lekeli duvar. en yakın arkadaşım gibi, hiç ses vermeyen ama hep dinleyen.


***

duvarların mevsimlerini dinleyin. siz neyi yaşarsanız, sizinle onu yaşarlar. bahara çok var biz de. şimdi güz seslerini dinliyoruz.


- az bu yorgunluk, bu dargın, aptal kafaya... eşyalara sataşmak morluk yapıyor, kelimelere sataşmak... ancak leke! -

d..f..

17 Eylül 2010 Cuma

(.)




garip değil mi, ne garip?
***

ülke olarak bir karmaşanın içinden bölünmüş bir bütün olarak çıkarıldık. şimdi bizi bir yola çıkaranlar; bu yolun sonundaki "eşit özgürlükler meydanına" taşıyabilmenin sorumluluğunu sahiplendiklerinin farkındalar umarım! güzellikler diliyorum insanımıza... o kirli sözlerine dokunmaktan kaçınarak bir literatürün.
***

bayramı geçirdik. yaz'ı geçirdik. eylüldeyiz, varlığına minnet duyduğum ay. şimdi gövdelerin nasıl yalnızlaşacağını ve yalnızlığından nasıl bir ölüm uykusu büyüteceğini seyredeceğiz. her yıl, hiç bıkmadan, aynı hüzünle... bir doğuma birikmenin başlangıcını... her şey bir kum saati inceliğinde.

bazı şeyleri garipsiyorum. ilk olmasalar bile, her yaşadığımda garipsemekten bıkmıyorum. ayvanın ve narın sarı ve kırmızıda bize anlattığı o kalabalık hikayeleri her güz dinlemekten garip bir mutluluk duyuyorum.
***

bekleme odasını evimden kaldırdım. odama başka bir model verdim. kalemlerim yanımda, başucumda değil artık. kitaplarım derli toplu. eşyalarla aramızdaki inatlaşma ruhumun yılmışlığından, onlar bunu bilmiyor. her akşam küçük bir topla tokatladığım odamın en sevdiğim duvarını kışa ısıtıyorum. beklenti içindeler; kağıtlarım, yarım bıraktığım kelimelerim... meraklı meraklı gözümün içine bakıyorlar ve bu beni çok rahatsız ediyor. çırılçıplak bir odada kalmaya zorluyorlar beni. perde ve ben, dışarıyla aramda bir çekimlik eylem: duvara dönüştüren.
***

rüya görmek istemiyorum artık! çık git içimden! ruhumu sağan şiirler yazmaktan yorgun düştüm. kurduğum her cümle yanan bir şehir gibi. dokunduğun tüm eşyalarımı terket! kendimi bir hikayeye doldurup yakmak istiyorum. hepsi bu.

d..f..

14 Eylül 2010 Salı

"dokunma kalbime zira"



dokunma kalbime zira çok incedir, kırılır.
o tıpkı mabede benzer ki orda hıçkırılır.

gülersen aşkıma gönlüm harap olur, yıkılır.
o tıpkı mabede benzer ki orda hıçkırılır.

makam: Zîrgûle'li Sûzinâk
beste-güfte: Gavsi Baykara

Murat Bardakçı'nın eşliğiyle Yaprak Sayar icrası...

veda ve kutlama olsun.

youtube'u açılmayanlar için Yaşar Özel yorumuyla: http://fizy.com/#s/1g4ieu

11 Eylül 2010 Cumartesi

çöpçü süpürgesi



çöpçünün süpürme saati, mesaisi başladı. eskiden çalı süpürgeler kullanılırdı, asfaltla hırlaşan bir musikisi vardı. şimdi plastik süpürgeler, asfalta uyum içinde sinir bozan bir ses çıkarıyor:

- hırrrt! hırrrrttt! hırrrtttt!

05:56