29 Mayıs 2011 Pazar

mutluluk şarkım


deniz sokaklarda
yürüyeceksin.
maviyi düşüneceksin,
suya baktıkça, iyiliği...
konuşacaksın,
suskunluğun benim olacak.


köprülerden geçerek

portakal bir kapıya varacaksın.

ellerinin dokunduğu yerde

eski kokuları, insanı duyacaksın

kimsesizliğin benim olacak.

renklerden zencilere göç edeceksin,

denizleri aklayacak,

insanı ayıplayacaksın.

-beni de ayıpla
bunları düşündüğüm için... -

korkacaksın yanılgılarından,

yalanların benim olacak.

iç çekişler köprüsünü dinleyeceksin

ince ince, duyacaksın.

“yanılgı”lardan tüneller göreceksin,

tüneller, yolculuğum…

unutma,

benim için de suya dokun

kararmış gözlerinle…


d..f..


mabel matiz - söylese o ben söyleyemem


-uğurlama yok, seni mavide karşılayacağım-

26 Mayıs 2011 Perşembe

bir dal...

bir dal arıyorum,
uyuyacak...

d..f..

payına düşen şarkı: müslüm gürses - aşk tesadüfleri* sever

*tesadüflere inanmam ama şarkıda güzel olmuş.

25 Mayıs 2011 Çarşamba

24 mayıs şiirim

24 mayıs cumartesi
burda bir çay bahçesinde
duvarlar kuşlarla dolu
bilsen öyle yorgunum ki
yalnız alnımı örtüyor uyku

iki çocuğuyla oturmuş
karşı masada bir anne,
beklediği tren saati
bir olanak arıyor kendine
gözlerine dolan beyaz çiçekte

24 mayıs cumartesi
şehir adları sayıyor küçük kız,
kendiyse belli
yalnız adıyla besleniyor
öyle solgun ki

rüzgar pıhtısı bir imbat
kurşun akıtır gibi

geçiriyor şehrin sokaklarından
cüzzamlı bir kıyının gözlerini.

çay bahçesi - c. süreya

-içime dert oluyor bu yokluk-

24 Mayıs 2011 Salı

yanılgı

inciten, acıtan değilim.

susturamadığın iç sesin kadar

derinindeyim.

içindeki yankıyı duyup incinenim.


-denizlerin bittiği yerde

rüzgarı duydum,
uğultuyu…-


biz gerçekten yokuz,

ben yokum.


hatırlatma lekeleri,

gölgeleri…

ellerinden havalandı

naif kanatlarım.

sığınağım kör değil,

karanlıkta duyduğum huzur…


denizler bitse de

gökler hep var değil mi?


biz yokuz,

hiç olmayacağız,

biliyorum.

ama bu acıtmıyor beni

aşkın “yanılgı” hali kadar.


oysa ben ve biz

geride kalanın içindeyiz.


hangimsin sen benim - metin & kemal kahraman

19 Mayıs 2011 Perşembe

denizler lâl

...
yıtıldı omuzumdan ağaçlar
birer kelime olup uçtular.

dikişleri yırtıldı baharın
ölüm doğuyor
bir yaz gibi olgunlaşacak
temmuzda...

dağlar lal,
denizler lâl...
dünyamın gücü tükeniyor.
tükeniyor
aynanın yüzü yüzümde.
siliniyorum.

sürgündeyim
yasaklanmış sözcüklerim
hapisim uzağında,
her yerde.
duvarın ötesinde yok oluyorum
berisinde anlamsız.
al beni ruhum
yanında taşı
gözlerinde
sessizliğinde
kimsesizliğinde
al beni ruhum
yoruldum.

***

sana bir araf ayırdım
güvercin sesleriyle şenlenmiş.

seni özlediğim kadar
özlemedim hiçbir şeyi
böyle uzaktan...

d..f..

mabel matiz - arafta

13 Mayıs 2011 Cuma

bana gidiyorsun

beslen benden
ben sokağım
ağzım çamur kokar benim.

anlat kokumu
kokumu sömür.

sür çıplak ayaklı
güneş kokunu sonra...

güzel kokuları değil
iyi koku alan yaşar.

***

peşinde değil,
önündeyim.
yürüdükçe bana gidiyorsun
bana gittikçe
ben yitiyorum.

d..f..

10 Mayıs 2011 Salı

...

bir ipin ucuna tutunmuşum ayaklarımla.
gür saçlarım, gök ormanı
dallara sarkıyor.
yer yok
ölüler gökten sarkıyor
bulut...
...

uyandım.
gürleşen yalnılığım
hala sıcak.
biriken cümleleri ağzımda çiğniyorum.

yutmalıyım, yutmalı...
bu gerçeği
başka kim sindirecek?

***

kanatlarım
mesafelerin kırılganlığında
azalıyor.

sen değil miydin
beni bir arazi gibi çoğaltan..?
parmaklarım yetişmiyor şimdi.

kanatlarım
öylesine kırılgan
koyvermiş kendini yeryüzüne.

şiirimde
mıh gibi
karanlığı
deliğinde saklayan duvar.

beni oyup
içime
yokluğunu koyan...

ah benim
kapıda kalmış kelimelerim!

beni beklemeyin artık,
ben başka bir yalnızlığın baş belasıyım.

d..f..

AdamHurst-Seduction

8 Mayıs 2011 Pazar

bir cumartesi günü hikayesi


size bir cumartesi günümü anlatacağım. (cumartesi günü şarkım: jülide özçelik - dön)

sabah işe gittim. işyerimin 11 kattaki balkonumuzda öğlen sigaramı içerken karşıki dairede oturan yaşlı kadının balkonunu dikizledim. üç gündür göremiyordum. mutfak penceresinden gördüğüm kap kaçağı aynı şekilde duruyordu. üç gün hiç girmemiş mutfağa. aceba başına birşey mi geldi diye düşünürken, bükülmüş beliyle kapıdan çıktığını gördüm, içim rahatladı. çamaşır ipinde kalan tek çamaşırı aldı zar zor yetişerek. belliki çamaşır ipi gençliğinden kalma ama o artık eskisi gibi değil; bembeyaz saçları ve beyaz teniyle zor yürüyor. zaman sonra perdesini çektiğini gördüm, matine sona erdi demek mi bu? kötü bir niyetim yoktu!

vakit öğleni geçerken çıktım. asansöre binip sıfıra bastım. sonra aynaya dönüp kaşımı gözümü toparlamaya çalışırken asansör durdu ve bir kadın bindi. ben de geldiğimi zannedip kapıya yöneldim hızla. kadın, burası dördüncü kat deyince güldüm ve aynaya dalmışım dedim, o da güldü.

yolda aniden bir arkadaşımla buluşup bir kahve içeyim dedim. mesaj çektim, cvp gelmedi. diğerini aradım, temizlik yapıyorum dedi. telefonumu elime alıp rehberin a harfinden başlayarak devam ettim. bir arkadaşımı daha aradım, çalışıyorum dedi. sonra bir diğerini, kayınvalidemdeyim dedi. bu arada mesaj çektiğim ilk arkadaşım cevap yazdı, kurstayım akşam da bir yemek programın var diye. sonra bir arkadaşımı daha aradım onunla da başka bir gün için sözleştik. m harfine geldim ve buradaki arkadaşımı da aradım. o da çalışıyordu. pes edip telefonu çantama koydum.

taksiye bindim. 5 dakikalık yolu yaklaşık 40 dakikada gidip taksiciye 20 tl verdim. normalde 10 tl dir. içime oturdu. böyle zamanlarda içime oturan sinir ozukluğunu üzerimden atmak için cebimde ne kadar varsa hepsini harcarım. esasen eski beri hesaplı biri değilimdir. çalışıp kazandığım parayı hiç düşünmeden savururum. netekim bugün de öyle oldu.

kuledibine doğru yol aldım. cumartesi bekleme günü ritüelimi gerçekleştirdim. güneşli ama soğuk bir havaydı. insanlar karıncalar gibiydi şehirde, dükkanların içini taşıyan evlerine... bakınca fakirliğin ve açlığın yalan olduğunu düşünüyor insan. sonra eminönüne doğru yola koyuldum.

pazar günü, yani bugün anneler günü, 8 mayıs. ama aynı zamanda benim annemin de doğum günü, evet, ikisi bir arda. her yıl aldığım yelek, ayakabı, bluzdan vazgeçip farklı bir şey almak istedim bu kez.

eminönünde ahşap ev eşyaları satan çarşıya girdim. sepetleri kokladım, amcalarla konuştum. bir yere girip tatlı yedim, aç karına tatlı yemeyi çok seviyorum. çıkarken dükkan sahibini pohpohladım, mutlu oldu. ama gerçekten güzeldi, suriye dolması.

anneme ıhlamur çayı aldım. mısır çarşısına girip tesgahlardan lokum otlandım. kahve kokuları arasında mudo autlota girdim. ikinci üründe yüzde elli indirim yazıyordu. dört tane tişört aldım. kasaya geldiğimde mudo kartı olanlar için geçerli olduğunu öğrendim, evet. ama önemli değildi, çünkü taksiciye verdiğim fazladan on milyon çok sinirimi bozmuştu. mudo kartı aldım oradan hemen. ayda yılda bir gidiyorum oraya ama olsun.

çıkarken, ressam lolita asil'in çalıştığı babadan kalma antikacı dükkanını bulabilir miyim diye düşündüm. vazgeçtim....

yenicaminin eteğindeki çiçek-böcek-hayvan çarşısına çıktım. saksılara baktım, en büyük boylardan bir tane aldım. sonra sebze fidesi alan bir ailenin yanına yaklaşıp, domates, salatalık, biber, çilek, nane ve defne fidelerinden aldım. alırken de amcayla teyzeye sordum, "sizce aşılı mı iyi, ondan mı alayım?" çünkü satıcı genç bu en iyisi diyordu. köy çocuğuyum ama tarım işlerine aklım ermemişti köyümden ayrıldığımda.

tramvaya binip eve geldim. anneme aldıklarımı gösterdim. çok memnun görünmedi. hemen saksıya diktik. ablamlar geldi, onlara gösterirken hoşuna gidiyordu. ama biliyorum, eğer o saksıdan bir sebze büyütmeyi becerebilirse(k) bu onun çok hoşuna gidecek.

yarın için de, her yıl olduğu gibi küçük bir organizasyon yaptım. sanki annemi ağlatmaktan zevk alır gibi, sürpriz yapacağız ona yine. bu arada beklentiye girmemesi için, anneler gününün bugün olduğunu söyledim, inandı. yarın sürpriz yapınca bir yıl boyunca anlatıp "niye bağa demedunuz" deyip duracak. sürpriz dedikçe inatla niye, niye...

son olarak... eve geldiğim cebimde 3 lira vardı. o 10 tl manen yıktı beni ))

tüm annelerimizin anneler gününü kutluyorum. annemin olması ve annemi sevmek muhteşem bir duygu. Allah bilir annelik nasıl bir duygudur. sanırım bunu hiçbir zaman bilemeyeceğim.

keyifli pazarlar...

d..f..

4 Mayıs 2011 Çarşamba

Gölge


mutsuz gözleriyle boşluğa bakarak
"insan çok kolay çıldırabilir"
demişti.

***

nisandan kalma bu yağmurlar
çillerime nüfuz ederek
yüzümde baharı açıyorlar.

ama...

aklımda uyumayan soruları
çıkarıp yastığımın altında uyutsam
baharım diner mi,
diner misin baharım şiddetinden?

***

gölgesi dolanıyor üzerimde
ansızın uyandırıyor beni
duvarımı yokluyorum
orada bekliyor karanlığı.

siz görmüyorsunuz
ben tanırım
onun siyah yankılarını.

beni avut
"ve"
küçük oyunlarında sakla.
küçük
siyah
gölgeli
kelimelerden...

d..f..

mfö - ah bu be

resim: c. monet

içimdeki bahçeyi resmet,
bu gördüğümüz
içimizde saklanan...

1 Mayıs 2011 Pazar

Cemaat'in Kayıp Gül'ü ve ÖSYM


Yıllar evveldi, tüm inancımızla bir dava için çalışıyorduk. “ben” değil “biz” diyorduk, bunu tüm kalbimiz ve inancımızla söylüyorduk. Tüm varlığımız “bizimdi”. Biz, inananlardık ve bir cemaat idik. Ama cemaatin bize ihtiyacı yoktu, bizim cemaate ihtiyacımız vardı. Ve bireysel yanlışlıkları cemaate mal etmemeliydik. Bu düsturlara bağlıydık.

Kendisine tabii olmayanlara özenle, şefkatle ve yardımsever davranan cemaat, birgün bana sırt çevirdi. Orada “biz”den sıyrılıp “ben” oldum. Bu "ben", Tanrıdan başka kimseye ihtiyaç duymayacaktı. Bunu o gün öğrendi ve yollarını ayırdı cemaatle. Bu ayrılık varlığıyla aramdaki duygusal bağı koparmadı. Çekilen eziyetleri, çileleri, yaşanılan haksızlıkları biliyordum ve bu memleketin izbe ideolojisine karşı uygulanan politik duruşu o günlerde takdir ediyordum.

Aradan uzun bir zaman geçti. Bir yerde yine karşılaştık. Bu kez o büyümüş ve izbe ideolojiyi ayakları altına almıştı. Keyfi yerindeydi doğrusu. Fakat üzerine yapılandığı sermaye, içinde bir bozulma başlatmıştı. İçimden, çok kalmaz yakında kokusu çıkar demiştim. Hep uzaktan seyrederek, gönül bağıyla baktığım cemaat, son iki yıldır etrafa kötü kokular salan kokuşmuş bir yapıya dönüştü.

Sermayeyle ilkesel duruşunu kaybeden, özüyle çelişerek; sataşan, fişleyen, karalayan ve en sonunda hileye başvuran çirkef bir yapıya dönüştü cemaat. Bu dönüşümün bir diğer ayağında ise AKP var. Neden bahsettiğimi anlamışsınızdır: ÖSYM sınavlarındaki kopya hilesinden elbette.

Mücadele etmek güzel bir şeydir. Her insanın bir mücadelesi olmalıdır. Ama eğer mücadelen ilkeli ve dürüst bir çizgiyle gidiyorsa onurlu bir mücadeledir. Adaletsizlik ve hileyi mücadelene eklediğin anda illegal olursun zihinlerde. Bugünlerde bizleri endişelendiren şey yakınlarımızın sınavlarda başarılı olup olmayacağı değil; gönül vermiş olduğumuz bir yapının nasıl olur da böyle çirkin bir yola başvurmuş olabileceğidir. Bunu yapmak için inançtan arınmış olman gerekir, Hz Ömer’in adaletini ağzına almaya utanman gerekir!

Kendi adıma, çevremdekileri cemaatten uzaklaşması için uyarıyorum. Yakınlarımı bu seçim sürecinde hükümetin ÖSYM’ye tavrına karşı karar vermeleri yönünde uyarıyorum. Her şeyi anlayabilirim, zamanı değildir diye bahanelere yumuşak bakabilirim! Ancak binlerce çocuğun, gencin, binlerce işsiz insanın geleceğini ve yaşamını ilgilendiren böylesine çirkin bir durumu anlayamam. İster cemaat olsun, ister en büyük inancımız olsun; sorgulamak, karşısında durmamız gerekir.

Geçtiğimiz günlerde, cemaatte aynı dönemde beraber çalıştığımız bir arkadaşla karşılaştım. Bir mağazadaydık. Öğretmen kendisi. Sohbet epey uzadı derken konu dönüp dolaşıp gazetelere geldi. Falanca kişi falanca gazetede böyle bir şey yazmıştı dedim, bir konu hakkında. Olumsuz bir şeydi. Aaa dedi, o gazete müspet bir gazetedir bildiğim kadarıyla. Müspet kelimesini böyle bir cümlede duyunca, hatırladım. O dönem, bizden olan her şey müspetti. Diyeceğim odur ki; tek gazeteyi, önlerine sunulanı okuyan cemaat üyeleri “müspet” denileni sorgulamaz; ne deniyorsa öyledir. Ağabeyler öyle demiştir, ablalar öyle demiştir. Velhasıl, biri ÖSYM’de hile yapacağız da demiş olabilir, onu diyen bir abi ya da hoca efendi ise “müspettir”.

Bazen “ben” olmamız gerekir. “ben” olabilmek bir cesarettir. Yanlışa yanlış demek, insanca bir tutumdur. Dilerim, bizleri ürküten ve korkutan bu tür büyük hatalar tekrarlanmaz.

Bir de cemaatin yayıncılığından bahsedeceğim. Malumunuz, timaş ve yan kuruluşları pek çok yayın evi var. Cağaloğlu’nda çalıştığım dönemlerde kitap fuarlarına da katılırdım. Oraya sık sık öğrenci grupları gelirdi. Ellerinde öğretmenlerinin verdiği kitap listesi ile… Bakardım listeye, kitabın adı, yazarı ve yayın evi yazıyor. Örneğin dünya çocuk klasikleri birçok yayınevinde bulunur ama çocukların ellerindeki listede “timaş” yazardı. Çocuklar eğitmenlerin gözetiminde timaş ve yan kuruluşlarının stantlarını gezer sonra çekip giderlerdi. Dehşet bir tekelleşmedir bu. Bir de bu yayınevlerinin kendi yazarları vardır. Misal bu yazar binlerce baskı yapar ve kitabı başka dillere çevrilir. Dünyanın her ülkesinde okullar açan, gönüllü elçiler gönderen bir cemaat yayınevi için bir kitabın başka dillere çevrilmesinden doğal ne olabilir? Nepal’de, Uganda’da dilini ve inancını yaymak için okullar açıyor ve bu yayılımcı politikanı benimsetmek için bir araç arıyorsan bu “kayıp gül” gibi bir kitap olabilir. 17 yaşındaki bir genç bundan çok etkilenecektir gerçekten. Ama sen aynı yazarı ülkende pazarlarken lütfen “binlerce baskı yaptı, birçok dile çevrildi” gibi, okur-yazar dünyasının genel geçer kurallarını hiçe sayamazsın. Bu kitabı ancak elinde listeyle dolaşan çocuklara, gençlere pazarlayabilirsin. Ve gerçek edebiyat okuruna alay konusu olursun. Son birkaç yıldır bu kitap sürekli karşıma çıkıyordu. Aynı sunumla pazarlanan bu kitapla ilgili yazmak istemişimdir hep. Geçenlerde bir eleştirmen yazmış ve çelişkileri gözler önüne sermiş. Ben okurken epey güldüm. Eleştirileri hafif bulduğumu da söyleyebilirim.

Efendim; kitabınız binlerce dile çevrilebilir. Binlerce baskı yapabilir. Ulusal ve uluslar arası birçok programa davet edilebilirsiniz! Bunlar kıstas değildir. Bir okur olarak benim kıstasım senin elli yıl, yüz yıl sonra nerede olacağındır. Okur, eseri okurken bunu anlar, hisseder. Ama çevrilen diller, baskı adetleri uçucudur, popüler olan tükenir ve ölür. Gerçek edebiyat tükenmez, insanlar tükenir, doğar, büyür, ölür ama onlar hep yaşar.

Ey Yazar! Okuruna edebiyatınla gel, yalnızca edebiyatınla!

d..f..