22 Mayıs 2010 Cumartesi

cumartesi kuşu, şiir, şarkı ve bekleme salonu...

24 mayıs cumartesi
burda bir çay bahçesinde
duvarlar kuşlarla dolu
bilsen öyle yorgunum ki
yalnız alnımı örtüyor uyku

iki çocuğuyla oturmuş
karşı masada bir anne,
beklediği tren saati
bir olanak arıyor kendine
gözlerine dolan beyaz çiçekte

24 mayıs cumartesi
şehir adları sayıyor küçük kız,
kendiyse belli
yalnız adıyla besleniyor
öyle solgun ki

rüzgar pıhtısı bir imbat
kurşun akıtır gibi

geçiriyor şehrin sokaklarından
cüzzamlı bir kıyının gözlerini.

Çay Bahçesi - c.süreya



cumartesi...
gün bekleme salonu, yağmur yağıyor...
gelmeyeceğini bildiğim bir günde, gelmeyişini bekliyorum.

sevgilim cumartesi, günlerin kuşu..

d..f..

15 Mayıs 2010 Cumartesi

bir hamalın yorgunluk serüvenleri

nasıl geçti bir hafta, anlamış değilim. yokuş aşağı freni boşalmış bir tır gibi zaman. bir vakitler her şey çok genişti. her şey çok iriydi. şimdi ise her şey küçüldü, sıkıştı da ben irileştim sanki. zaman sıkıyor, sık boğaz ediyor.

sabahın köründe böyle şeyler de yazılır mıymış? metroda etrafa buzul saçan klimanın etkisiyle belki de soğuk şeyler düşünüyor insan. soğumak istiyor belki.. oysa dün gece gözlerimi kapar kapamaz yorgunluktan kendimi bir rüyanın içinde bulup o şaşkınlıkla gözlerimi açmıştım yeniden. yıldız yağıyordu. bir kaç saniyelik, belki de yorgunluğun verdiği sanrı. neden bu kadar yoruyorum kendimi?

beden ve ruh bir denge tutturamayınca yaşam raydan çıkıyor. sürekli bir daire çizen ve büyüyemeyen kısır bir yolculuğa dönüşüyor. ruhumun içinde sıkışıp kaldığı bu dişli beni o daraltmaya doğru çekerken bedenimle onu oradan kurtarmaya çalışıyorum. bir kaç sene evvel, kederim içime sığmayacak kadar büyüdüğünde köye gidip bir kaç hafta tarla kazmış, ağır işlerde çalışmıştım. akşam olup da başını yastığa koyduğunda hiçbir şey düşünemeden uyuya kalmanın güzelliğidir bu. ruhun hafif, özgür, biraz da dışlanmış hisseder kendini ama iyidir, iyi gelir ona bedeninin yorgunluğunda varlığını hissetmek.

burada yani büyük ve kalabalık şehirlerde yorucu işlerde çalışmak köyde tarla kazmak gibi olmasa da hiç yoktan iyidir. insan kendimden kaçayım derken aslında kendine dönmeyi özlemektedir.

bir de hep geç kaldığım bir şeyler vardır. tanrım! bir şeyi aylarca kovalayıp yorgun düştüğünüzde ansızın yanınızdan geçip gittiğini düşünün. işte böyle bir şey yaşadım. bunu haksızlık olarak düşündüm. söylendim, öfkelendim kendime. elime bir kalem alıp, sıradan ama anlamlı bir kalem, saatlerce yürüdüm ayağımı acıtan o aptal ayakabıların içinde. eve vardığımda yürüyemiyordum. bu yorgunluk hali ancak 3 sayfa yazı yazamakla biraz huzur verdi bana. oysa ne kadar yazsam söyleyemediğim tüm sözler gene kalbimin cebinde küskün küskün benimle uykuya daldı.

iç karartıcı değil mi? bahar iyiliktir demişti şair. bahar geçiyor ve ben korkuyorum. bu gün bir gemi kalkacak şiir iskelesinden. gitmeyeceğim. kızgınım ama kime kızdığımı bile bilmiyorum, garip bir durum.

bekleme odam, cumartesi günü. ne güzelsin, saçına tek yaprağı kalmış bir papatya takıyorum. bekliyorum, bekliyorum... godot tüm günlerimizi eline geçirmiş.içimizde beklemeyi seven ve isteyen kabarık bir deniz var.

şimdi hal böyleyken deniz baykalın ahlak anlayışını, oynadığı kasetleri, piyasa çıkaracağı "...devam edecek" dvd leri hiç umrumda değil doğrusu. her sabah gördüğüm evsiz adamın "aceba tuvaletimi nereye yapsam" düşüncesi kadar ilgilendirmiyor beni.

bu vesileyle öpüyorum cumartesimin zarif ellerinden..

d..f..

8 Mayıs 2010 Cumartesi

bi cumartesi bi çay

sabahın erken saati. bu saatte boştur diyorsun sokaklar, meydanlar. ama öyle değil. turistler erkenden kalkıp bizi ve kendilerinden arda kalanları görmek için yarışıyorlar. çayımı içiyorum, gazetemi açıyorum derken gölgesinde oturduğum çiçekli bir ağaçtan masama çiçekler dökülüyor. ve bekleme salonunu andıran cumartesi günüm neşeleniyor, umutlanıyor. sonra meydanı martılar basıyor, turistler fotoğraf makinelerine sarılıyor. neyse kalkmalı...

3 Mayıs 2010 Pazartesi

yol hikayeleri

günleri kendi yoluna bıraktım. beni nereye götürmek isterlerse gitmeye karar verdim. düşüncelerimden kurtulmak için, kafamı meşgul edecek sert bir işe sarıldım. sadece yaz, sadece oku, sadece ... o seni bulacaktır.. gitmek istediğim yoldan geri çevrildikçe garip bir işaretin üzerimde hesaplar yaptığını fark ettim. bana ait hiçbir şey yok. bunu istemiyor muydum? silik ve kayıp bir zaman dilimi bana verilen. bunu istemiyor muydum? çırpınmak yok. bu kez çırpınmak yok. o beni bulacak ve tozumu silecek. o gün bile bana ait olmayacak hiçbir şey. bunu istemiyor muydum? hafiflemek bu mudur? içimde var olmak isteyen o şiddetli, telaşlı benliğim, her şeye bir bahane buluyor nasılsa. bu kez susmalı ve verilen kadar olmalı varlığını. öğreneceksin sıradanlığı, öğreneceksin..

sezgilerimi takip ederek geldiğim kapıda, arındım. ten uçtu gitti ruhumdan. aşkla kaldı ruhum, aşk ve duyumsamakla. böylece geldiği kapıda yalnız kalmadığını, kapının aralığından uzanan sabrı ve beklemeyi gördü. seni hak etmek için, içimdeki beni evcilleştirdim. ruhum tüm varlığı sadece duyarak algılayacak. ten uçtu ruhumdan. düşüncelerim oruçta, düşüncelerimin elleri yok artık. sezgilerimin inandığım gücü, bir gün kapıyı açacak ardına kadar. sesin sesimi davet edecek. buna kavuşmak derler sözün odalarında. kavuşmak sana sevgili, sesimle sesine sarılarak... teşekkür ederim.

rüzgarı terk etsek de
haritalar çizilmeye devam edecek yüzümüzde.

d..f..

-...-