29 Kasım 2011 Salı

kuru zaman parçası



bir tatlı kuru zaman parçası ve yap-boz gibi birbirine eklenen diğerleri...

sonra oluşan bir hayat manzarası...


uzun zamandır kimseyle konuşmuyorum. geçen akşam konuşur gibi oldum,

kendimi yabancı hissettim. işteyim şu an. çalışacak dermanım kalmadı.

son aylarda tüm gücümü çalışmak için kullanıyorum.

bu bir yönüyle iyi bir yönüyle de kötü.

kendini unutmak iyi ama bazı şeyler de kaçıyor, uzaklaşıyor benden.


yazmak da öyle... ne zaman harflerle göz göze gelsem, hep acıyı hatırlıyorum.

depremleri, yangınları, savaşları ve ölümleri...

kaçabilir mi insan gerçeklerden? evet, çocukluğuna kaçabilir.

ben öyle yapıyorum, bir lodosa bırakıyorum saçlarımı,

tatlı bir güze ve dağların arasındaki bakir yaşama...

sahi, nasıl çıktım oradan? neden?



yüzüme aşk eyleyen acı

içine yarım bir kadın doğurdu.

ilk elma yeşil miydi kırmızı mı?

ilk yaratılan aşk

bahar değil miydi?

bu çok güzel olanlar

bir gün bırakmıyor mu ellerimizi?

kaderimizde olmayanı

arayıp oyuyoruz.

altını iskemlelerin

ve tahtların...

kuru çayırların rüzgarda bıraktığı uğultu

suya kavuşunca dinginlik...



karıncalandığında beynimiz

ve üşüdüğünde kelimelerimiz

bir zaman sığınağına sokuluyoruz.

al ellerimi,

başımı tut,

kelimelerimi soğut

diyoruz.

kelimelerimi soğut!


beni dünya acılarının içinde

aşkla yalnız bırakan...

boşluğa bıraktığın bu yalnızlık

tanrının bana kurbanı

sana sözüdür.

kelimelerimi soğut tanrım.

ve granit kayalarla gözlerimi kanat.

yüzümde aşk eden acı

kusurun güzelliğidir.

kulluğun bilinci...

beni onunla affet

ve kelimelerimi soğut.


(amin)



d..f..












Hiç yorum yok:

Yorum Gönder