1 Kasım 2011 Salı

umurunda mı?





gösterin bana kendi yüzünüzü, kendi yüzünüzü ama... yeryüzünün bulutlarını gökyüzünde görenler için sizin yüzünüz yeterince beyaz gelmiyor artık. gri havaların suskusu yok sizin yüzünüzde, o bile yok ve yeterince iyi değil.



bir teknede çırpınan balığı duydum, su isterken zavallı dudakları, tuzlu bir öpüş bıraktı hayata, son kez. son kez ve üstelik bizim gibi, giderken bile isteyen… bir şey ama bir yaşam boyu bulamadığı... ve giderken dudaklarında götürdüğü… işte o biziz, son sesimizdir, hiç bıkmadan dileyen son sesimiz…



biliyorsunuz, bizim yekûnumuzdur gidenlerin hayatı. hep bize ertelediler bizim de onlara ertelediğimiz gibi… hep susup sonralara bıraktığımız, hani senin ve benim gibi… (kimdir bu sen ve ben, hepimizin içinde olan bölünmüşlük mü?) erteleniş ve üzeri boktan bir balçıkla sıvadığımız saçma bir yapaylık. bu değiliz, bu değil…



kuzu sesleri duyuyorum rüyalarınızdan ve kurumuş çayırların şarkılarını… buralardan çalıp çalıp yastıklarınızın altına biriktirdiğiniz münzevi hayatların ışıltılı bekleyişlerini… ki sadece beklerler. beklerken varmış gibi, gelmiş gibi yaşarlar. oysa gelmeyiştir bizi bir ömür yaşatan.



herkes kendine bir cümle arıyorken… “bu mu, bana mı, ben mi, içimden hangi parça..?” bunlar hepimizin yalanladığıdır. ezberletilmiş formüller, tanrı inancımız gibidir hani..? birbirimize eşittir koymaya bayıldığımız yerde, birimiz hep aşağıda kalır diğerinden. duydunuz mu, hiçbirimiz eşit değildir diğerine, onun gözünde.



bir buluta sarılıp uyumak ve yağmurdan rüyalar görebilme arzusu gibi…yiz. oysa tek kanadımız var. hatırla sana bu cümleleri yazdığım yorgunluğu ve onlarca cumartesiden bir güzü… yelkeni rüzgârın cazibesine kapılmış ve gerildikçe isteyen sonsuzluk yüzünü…


uzun binaların üzerinden bakıyorum geceye ve homurdanan şehre. ışıklar canlı ve davetkâr. fark eder mi benim uyanık olmam senin uykunda? işte pencereden ensemi koklayan hava varlığının en güçlü nefesidir. tüm gün göbekli adamların mide uğultusunda bir sabır açlığına gömüldüm. bu her gün böyledir. susup dinlerken sen, onlar önem kazanır. ve sen kendine sorarsın sürekli: “umurunda mı, umurunda mı, umurunda mı?” inan bana hepsinin cevabı “hayır”. ne zaman ki yüzümün yansıması görüyorum bir yerde içimden büyük bir kahkaha patlatıyorum. “senin umurun, senin küçük umurun, kimin umurunda?”


önemsenmek için ağzı açık balıklar gibi çırpınıyoruz bu teknede. hadi, yalanlamayın beni ki ben de kendi ikiyüzlülüğümle barışayım. önemsenmek için girdiğimiz şablonlardan hangisi daha az komiktir bir diğerinden? yok, öyle bir şablonumuz çünkü. çünkü önemli doğmuşuz bir kere önemsiz günü kutsayarak. düşünceniz kusuruma bakmasın, zaman zaman, zamana çatmadan rahatlayamıyorum. o ki, tanrının şımarık gücü… evet, damarlarımdasın.



ne diyordum? evet, herkes uyuyor ve uyanık kalmam için içtiğim uyarıcılar damarlarımda kelimelerle akıyor. beni bul ve ona yapıştır, bir diğerine, akyuvar, alyuvar… vitaminiyiz biz hayatın, sözleriz yani.



“uyandırın beni,








çoktan doğdum ben:


yaşam ve ölüm
bir anlaşma yaptı içinizde,” (o. paz)



ah benim küçük şairlerim, dillerim, iniltilerim, ninnilerim, sabah zillerim. benimlesiniz, ilk gününüzden bu yana. şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, yalanlarımı bana hatırlattığınız için sizi kendim kadar çok seviyorum. gariptir ki birinizi kendimden çok seviyorum o da kendini benim kadar sevmediği içindir.



artık bana müsaade. korkuluk bekliyor balkonumda. ağır bir geceyi kovacağım üzerinizden, sihirli sözcüklerle. izin verin güne, size kendinizi göstersin önemsediğiniz yüzlerde.



günaydınlarım en sevmediğim gün salınızdan.



d..f..





http://fizy.com/s/16se7d

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder