30 Ağustos 2009 Pazar

...

bir ıssızlık var her sabahta
gece karanlığıyla seni saklıyor
ben arıyorum ruh yordamıyla
sonra uykuda sesler
uykuda söylenecek sözler doğuyor
uykuda, bekleyen o olmuş sözler...
uyanıyorum ıssız bir sabah.
ıssız zamanlarım uzuyor
sen seslere karışıp
rüyadan doğmuyorsun.

bırakayım mı,
orada uyusun mu sözler seninle?
beni artık almadığın uykularıma
gece kuşları göndereyim mi?

ey dilimin kemiği acı!
kalbimin dayanağı,
ruhumun yurdu...!
acı...
isminden doğan
ismini doğuran acı!

kanatlarım senindir...

d..f..

-uykuya değil isminin vadisine ...-

29 Ağustos 2009 Cumartesi

...

birşeyim olmalı annemden şiddetli
rahimden derin bir vadi...
babamdan eski birşeyim olmalı
kökleri enlemleri dolanıp
geçsin şah damarımdan.

ordasın.
tanrıma selam ver,
orda pusuya yatmış
derin bir yaşam.
selam ver arafta
meleklerin kardeşliğine
renkler kaynasın suların yatağında.

damarimda hayat
binlerce yıllık
uykuda seni bekliyor.
aşk peygamberi
ey gelen zaman!
bir sözüm ol
tanrı kasemi gibi...
'asra yemnin olsun'
oldu,
gördüm.

varlık üstüne,
gökler bile beklemiyordu.

birşey oldu şah damarıma yakın
tanrı gözetliyor omuzlarımı
bakıyor sana
gözleri benim.
.
.
.

...deva...

d..f..

-uykuya almadın beni bu gece, dışarda kaldım sesinden ve sözünden. istemedikçe gelmeyeceğim. uyku bir sığınak değil, isminin içinde kaybolmak, yitmek istiyorum.-

27 Ağustos 2009 Perşembe

...

seni çok özlediğim zamanlar durup dinliyorum herşeyi. varlık herzamankinden sessiz, eşyalar hiç olmadıkları kadar cansız. diyorum, yokluğun mudur varlığın hakkını bastıran? gözlerine bakıyorum, bana hiç bakmayan gözlerine, beni sever gibi heyecanlılar. şiirlerimi yazmıyorum artık, tanrı dilime söz düşürdükçe ben unutmaya çalışıyorum. ettiğim duayı hatırlıyorum, kızsam mı kendime, ödüllendirsem mi, şaşırıyorum. bu kez gerçekten yalnızım ve tanrının lütfu bu yalnızlıkla insan olmayı öğreneceğim. seni de hamuruma maya yaparak...

d..f..

kendimi sana bıraktım kuru/maya...

23 Ağustos 2009 Pazar

...

tüm kıvrımların söze dökülmüş, yok yüzünde hiç yaşanmışlık, birinden çalınmış gibisin ve gözlerinde en kıvrımlı söylenememişliklerin...

sular susmuyor. ... isim koyamıyorum.

çok güzel...

d..f..

http://www.youtube.com/watch?v=0OxDvxnQKns

8 Ağustos 2009 Cumartesi

ne yazacağımı bilmiyorum

başlık atmayı hiç sevmem. bir başlık altında toplamak deyimi fazla disiplini işaret ediyor sanki. başlık bulmayı hiç beceremem. başlık yazıdan sonra atılır aslında -öyledir herhalde- oysa ben önce başlığı atmaya çalışıyorum. bırakalım mı, dağınık kalsın başlıklar....

şuan istiklal caddesinde olmak, oradan ara sokaklara girip hendekli sokakların birine bir sinek gibi yapışıp kalmak istiyorum. sinekleri küçümsemek arzusu mu bu? hayır, bir hiç olmak, bir büyük parçadan kopup küçük anlamsız parçalara dahil olma arzusu sadece. ama eski zamanlarda kalma, ilkel bir duygunun önemsiz bir noktası olmak gibi... bu zaman çok fazla özgür, çok fazla açgözlü çok fazla içkin... sigara içiyorum şuan, oysa bırakmıştım bu mereti. zıkkımın kökü, çok özlüyorum bir pakete sahip olmayı, sahip olabilme özgürlüğümün varlığı ve zaaflarım... bunlar iç sayıklamaları, bir hastalık durumunun yüze yansıyan kırmızı pulları... hasta olunca kendimi çekemiyorum. yattığın yerden duvarlara ve tavana bakarak bir dakika içinde onlarca şey düşünebiliyorsun. hareketsiz bir halde zihninde dönüp duran parçalar ve onları birbirine ekleme çaban bedensel yorgunluğuna bir de zihinsel yorgunluk ekliyor sanki. bacak eklemlerinin, bel kemiğinin ve sırtın o varlığının ağırlığıyla başbaşa kalması... bir yatışı karşılayacak gücün yokluğu yani... teşekkür ederim Allah'ım, bunları öğrenmem gerekliydi. sekiz milyon engellinin olduğu bir ülkede... dört milyarlık dünyayı düşünmek kalbime ağır geliyor beyin kaslarımı saymazsak...

insanın bir hiç olmak arzusu aslında kendini önemsemesinden ileri geliyor. ama bu seferki öyle değil sanki. gerçekten çok ağır geldi gök bu gün. jeff'i dinlememeliydim belki.

o yokuşa da gidemedim, cihangirde şu kitabın konusu olan... aklımda hep, kaldırımlarından birkaç kez inip çıkmak istiyorum. bir köşesinde oturup bakınmak istiyorum. arkadaşımla uçurtma uçuracaktık daha. göğü dinleyecektik özgür kalmak arzusuyla elimizi çekiştiren ipten.

ah kemiklerimden çekiştiren yerçekimi! ruhumu çeken merkez beni duymuyor, çekimini ruhuma bağlayıp gitti. iki çekim arasında hiç olma arzusuna kapıldım. oysa düşünürken hiçliğe ne kadar da yaklaşmıştım.

burda bir bahçe var, incir ağacının iri yaprakları ve armut ağacının ince yapraklarını dinleyebildiğim. kuş sesiyle uyanmak güzel de bir sus sesi istiyorum yanında. uyan diyen bir ses. bak kaçırdığın sulara. köyümdeki dere sesi köyün heryerinden duyulurdu. oysa buradaki deniz sesi baktığım pencereden duyulmuyor. yağmur sesi ama, çocuğunu terbiye eden bir anne gibi şefkatin şiddet sesi...

şiirimin anası, kelimeleri doğururken içlerine bıraktığın çığlığı duyuyorum. o ses ölmeyecek. 'yazgı.' bir tanrı hatırası evrende. hiç olma arzusu da suya özenmek belkide.

jeff buckley ve tim buckley... benzeşen 'yazgı.' bazı benzeşen 'yazgı'lar tanrı inancımı oymak istiyor ruhumdan. ama başlangıç ve son kelimelerinin çizdiği sınırda 'yazgı.' sınırlı kalıyor. ötesi var bilmediklerimizin de...

d..f..

-hasta duvarların iç sayıklamaları-

6 Ağustos 2009 Perşembe

berbat

kundakla beni
ve as içine.
alışık değilim
kuru kalmaya
üstelik cam bakışlı
üstelik gök susuşlu
üstelik ıramaya meyilli
bir bütünün kandırılmış parçasıyım.
inanmam sana
inanmam bana
tanrımı sorarsan
sevgilim gözlerine inanamıyorum da
inanıyorum O'nun varlığına
gözlerinin ağırlığı kadar...
beni ıslat ve
sulara as.
ruhumdan bir azapla
ruhunda ışık alan bir yerini kapat
sevgilim ışıklar bazen ruhum kadar berbat.
ah serseri kızım serseri su.
beni kundakla suyunla
tanrı sorguna as
sonra varlık sorguna
sonra as isaya inanmayanların soyuna inat!
inanma bana
inanmam bana...
tanrıyı sorarsan sevgilim
ah bazen gözlerine inancım berbat...
ama tanrıya düşkünüm
bu bağımlılık tıpkı bir şarap...
karın boşluğumda bir kadın telaşı
durun! neler oluyor makas?
kesiliyorum çocuk sütümden
bulutların peynir gülüşlerinden...
beni müsveddelerine as
bir giysinin yakasından tutarak
sana sarılmılığımı sırtına as
as beni iki karşı yakadan bir köprüye
ve as sevgilim kirlettiğin suların derinliğine...
bana inanma
tanrıya inandığın kadar
ben inanmıyorum bana
sana inandığım kadar.
tanrımı sorarsan
ah bir tuhaf işlerimiz O'nunla
beni çok sevdiğinden midir bilmem
yüzünü işledi gözlerime
sana bakışımı bir görsen?
berbat...
tanrım,
susuyorum tamam, affet...

d..f..

-seviyorum seni vallahi, şımarık kulum affet...-

suların hikayesi...

suların hikayesi bu blogun açılma sebebidir. henüz hiçbirşey bilmiyorum, aktıkça birikecek ve ben de öğreneceğim.