8 Ağustos 2009 Cumartesi

ne yazacağımı bilmiyorum

başlık atmayı hiç sevmem. bir başlık altında toplamak deyimi fazla disiplini işaret ediyor sanki. başlık bulmayı hiç beceremem. başlık yazıdan sonra atılır aslında -öyledir herhalde- oysa ben önce başlığı atmaya çalışıyorum. bırakalım mı, dağınık kalsın başlıklar....

şuan istiklal caddesinde olmak, oradan ara sokaklara girip hendekli sokakların birine bir sinek gibi yapışıp kalmak istiyorum. sinekleri küçümsemek arzusu mu bu? hayır, bir hiç olmak, bir büyük parçadan kopup küçük anlamsız parçalara dahil olma arzusu sadece. ama eski zamanlarda kalma, ilkel bir duygunun önemsiz bir noktası olmak gibi... bu zaman çok fazla özgür, çok fazla açgözlü çok fazla içkin... sigara içiyorum şuan, oysa bırakmıştım bu mereti. zıkkımın kökü, çok özlüyorum bir pakete sahip olmayı, sahip olabilme özgürlüğümün varlığı ve zaaflarım... bunlar iç sayıklamaları, bir hastalık durumunun yüze yansıyan kırmızı pulları... hasta olunca kendimi çekemiyorum. yattığın yerden duvarlara ve tavana bakarak bir dakika içinde onlarca şey düşünebiliyorsun. hareketsiz bir halde zihninde dönüp duran parçalar ve onları birbirine ekleme çaban bedensel yorgunluğuna bir de zihinsel yorgunluk ekliyor sanki. bacak eklemlerinin, bel kemiğinin ve sırtın o varlığının ağırlığıyla başbaşa kalması... bir yatışı karşılayacak gücün yokluğu yani... teşekkür ederim Allah'ım, bunları öğrenmem gerekliydi. sekiz milyon engellinin olduğu bir ülkede... dört milyarlık dünyayı düşünmek kalbime ağır geliyor beyin kaslarımı saymazsak...

insanın bir hiç olmak arzusu aslında kendini önemsemesinden ileri geliyor. ama bu seferki öyle değil sanki. gerçekten çok ağır geldi gök bu gün. jeff'i dinlememeliydim belki.

o yokuşa da gidemedim, cihangirde şu kitabın konusu olan... aklımda hep, kaldırımlarından birkaç kez inip çıkmak istiyorum. bir köşesinde oturup bakınmak istiyorum. arkadaşımla uçurtma uçuracaktık daha. göğü dinleyecektik özgür kalmak arzusuyla elimizi çekiştiren ipten.

ah kemiklerimden çekiştiren yerçekimi! ruhumu çeken merkez beni duymuyor, çekimini ruhuma bağlayıp gitti. iki çekim arasında hiç olma arzusuna kapıldım. oysa düşünürken hiçliğe ne kadar da yaklaşmıştım.

burda bir bahçe var, incir ağacının iri yaprakları ve armut ağacının ince yapraklarını dinleyebildiğim. kuş sesiyle uyanmak güzel de bir sus sesi istiyorum yanında. uyan diyen bir ses. bak kaçırdığın sulara. köyümdeki dere sesi köyün heryerinden duyulurdu. oysa buradaki deniz sesi baktığım pencereden duyulmuyor. yağmur sesi ama, çocuğunu terbiye eden bir anne gibi şefkatin şiddet sesi...

şiirimin anası, kelimeleri doğururken içlerine bıraktığın çığlığı duyuyorum. o ses ölmeyecek. 'yazgı.' bir tanrı hatırası evrende. hiç olma arzusu da suya özenmek belkide.

jeff buckley ve tim buckley... benzeşen 'yazgı.' bazı benzeşen 'yazgı'lar tanrı inancımı oymak istiyor ruhumdan. ama başlangıç ve son kelimelerinin çizdiği sınırda 'yazgı.' sınırlı kalıyor. ötesi var bilmediklerimizin de...

d..f..

-hasta duvarların iç sayıklamaları-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder