27 Temmuz 2010 Salı

Burka


Burka bir başka uzay. İçindeki kadını bir gölgeye indirgeyen, insanoğlunun bulduğu en arkaik form. Burkaya duyulan merak bir başka evrene duyulan merak kadar büyük ve kışkırtıcı.

Kendi hacmi, aurası, bağımsızlığı olan bu kadim giysinin, modern dünyayı meşgul etmesi çok anlaşılır.

Burkayı en fazla Amerikan işgali sonrası ajanslara düşen fotoğraflardan biliyoruz; toz içinde, kurak, Mars'ın yüzeyi gibi görünen mezarlıklarda, ölülerinin başında kıvrılmış, yerle yeksan olmuş kadın bedenlerini örtüyordu.

Burkayı ülkesinde görmek ise bambaşka bir deneyim. Afganistan'ı görüp görmemek kadar dramatik bir fark bu. Hakikatine varmak nerdeyse imkânsız. Afganistan'a gitmeden önce burka giymek aklıma gelmemişti. Ama orada gördüğüm kadınlar, onların burka içindeki varlığı, o kadar dikkat çekiciydi ki, dünyalarına biraz olsun yaklaşabilmek için burka giymeye karar verdim. Dışından bakmakla, içinden bakmak arasındaki fark ancak öyle anlaşılırdı. Burkanın içindeki kadın kimdi? Peşinden seğirten çocuklardan hakkında fikir sahibi olduğumuz o varlık aslında neydi?

Doğurduğu çocukların güzelliğinden, saç ve göz renklerinden hakkında ipuçları bulacağınız o varlık örtünün altında başka bir uzaya ait. Burka ülkesine... Burkanın kadını yok eden, onu hiçliğe indirgeyen bir örtü olduğu kuşku götürmez. Ama o hiçlikteki görkemi, estetiği de kabul etmek gerek. Burka arkaik formuyla başörtüsünden çok daha etkileyici.

Doğuyla ilişkisini batı üzerinden kuran bir kültürden geliyorsanız, burka merakınızı, oryantalizme düşmeden samimi biçimde aktarmanız kolay değil. Burkanın içine girmenin ne anlama geldiğini öncelikle kendinize anlatmanız gerekiyor.

Burka talebim oradaki yardımsever dostlar tarafından, anında karşılandı!

Acemiliğe denk gelen aşamaları Özbek şoförümüz sayesinde rahatlıkla geçtim. Gözlere denk düşen kafesi kaplayan tülün, makasla kesilmesi gerekiyormuş. Sentetik burkanın gözleri Özbek şoförümüz sayesinde dünyaya açıldı!

Yardımsever bir başkası, yüzün nasıl açılacağını gösterdi. Burkanın içinde yüzünüz açıkken her şey normal. Sıradan bir örtü gibi. Ama kapanınca dünya da kapanıyor!

Belki acemilikten, belki de burkanın özelliğinden üzerimdeki örtüyü bir fanus gibi hissettim. Ama bu hissin genelleştirilmemesi gerektiğini toz fırtınasını görünce anlıyorsunuz; orada burkanın fonksiyonel bir karşılığı var çünkü!

Afganistan'da sadece kadınlar değil, erkekler de Tuareg savaşçıları gibi yüzlerini tozdan korunmak için kapatıyorlar.

Burkanın içindeki kadının ne hissettiğini, örtünmeyi nasıl yaşadığını o kültüre ait değilseniz anlamanız çok zor. Binyıllar içinde birikmiş İslam öncesi geleneklere ait o giysiyi, bugünden bakarak yorumlamanız sizi her durumda anakronizme düşürür.

Tarihi kadın üzerinden okuyan ve kadın üzerinden toplumları ileri-geri, modern-ilkel diye kategorilere ayıran aydınlanmacı bakışa malzeme yaratan bu geleneği anlamak için, sıra dışı bir düşünce sistematiğine ihtiyaç var. Fransa'daki burka yasağı sonrasında Nilüfer Göle'nin söyledikleri bu bakımdan önemli. Dönemsel olarak hatırlanan bu görkemli perde için Göle, 'Burkanın karanlığını seviyorum.' demiş. Mahremiyeti hatırlatan koruyucu bir nesne olarak tarif ettiği burka, ona göre; her şeyin görünür olamayacağının işareti. Göle'nin bu kışkırtıcı zihin temrini 'kendisi burka giysin' sığlığına kurban edilemeyecek kadar değerli. Batı'daki bütün tartışma şunu gösteriyor; gelenek içinde anlamlı olan, bir başka kültürde görünür olunca sorun başlıyor!

Burkaya öncelikle Afgan kültürünün kendi dinamikleri içinden bakmak gerekiyor. Ama Afganistan'a bakınca sadece burka görenlere de şunu söylemekte fayda var: Burka Afganistan'da alt sınıflara mahsus bir örtünme biçimi. Taliban'ın bir dönem bütün kadınlar için zorunlu kıldığı burka şimdilerde sadece yoksulların tercihi.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile katıldığımız karşılama ve açılış törenlerinde tek bir burkalı kadına rastlamadık. Gezimiz boyunca bize eşlik eden Afganistan'ın kadın Sağlık Bakanı Süreyya Dalil başta olmak üzere, Mezar-ı Şerif'teki karşılamada kadınlar, İran usulü saçları gösteren biçimde örtünmüşlerdi.

Kadınlar orada, yıllar süren Rus etkisinin yanı sıra, Özbek, Tacik kültürden gelen özelliklerle, toplumda güçlü biçimde temsil ediliyorlar. Bürokrat çevrelerin, gücü elinde bulunduran yönetici elitin kadınları burka giymiyor. İktidarda olan elit, kendini burkanın 'karanlığından' kurtarmış yani!

Neticede kadının toplumdaki statüsünü örtünme üzerinden açıklamak çok zor. Afganistan ve Pakistan'da örtünmek alt sınıflara özgüyken, Uzakdoğu'da elitlere mahsus bir özellik. Örtünmenin sınıfa ilişkin farkını Vietnam'da da net biçimde gördük. Hanoi'de eli yüzü maskeli olanlar, tüller içinde tenlerini koruyanlar üst sınıfa ait kadınlardı. Bize rehberlik eden genç kız 'Bizim gibi köylülerin öyle bir derdi yok. Zaten esmeriz. Üst sınıfın beyaz tenlileri örtünüyor burada.' diyordu.

Bu örnek, tarih içinde örtünmenin nasıl üst sınıflardan başladığı, altlarda yaşayanların siyah esmer tenleriyle güneşin etkilerinden korunmak gibi bir lükslerinin olamayacağını kanıtlıyor.

Afganistan'ın Belh şehrinden geçerken fotoğrafını çektiğim burkalı bir kadının görüntüsü ise bambaşka bir gerçeğe işaret ediyordu:

Çocuğunu emzirmekte olan kadın, yüzü tamamen kapalı olduğu halde, göğsünün görünmesini sorun yapmıyordu. Hemen yanında diz çökmüş oturan kocasının kucağında taşıdığı bebek de düşünülürse aralarında eşit bir ilişki var gibiydi. Afganlı erkekler çocuk sorumluluğunu Batılı bir erkek gibi paylaşabiliyorlardı.

Bütün bunlar şunu gösteriyor: Geleneksel toplumlarda, kadın-erkek ilişkilerini belirleyen şey, kadının örtünme biçimi değil, geleneğin kendisidir.

b. matur / zaman gazetesi / 27/07/2010
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=1009031&title=burka

- bir dipnot düşmek istiyorum. Gombrich, sanatın doğuşuyla ilgili "sanatın öyküsü" adlı kapsamlı eserinde; sanat diye bir şey yoktur. tüm eserler işlevseldi başlangıçta diyor. buradan yola çıkarak bugün başka anlamlar kattığımız her gelenek başlangıcında işlevsellikten doğmuştur dersek hata etmiş sayılmayız düşüncesindeyim.

diğer taraftan doğu ile batı arasından oryantalizm denen bir olgunun doğuşu bir perspektif sonucu ya da sorunudur. batının garip bir derinlik sorunu var; içine girememe, ürperme, kendine ısrarla bir üst söylem oluşturma yaklaşımı... fakat üst söylem oluşturmak istiyorsan üzerine çıkmak istediğin değerleri iyi analiz etmen, ruhunu saptaman gerekir. tasavvuf geleneği olmadığı için varlığı bir görüntüden öteye taşıyamayan yorumlar bugün bu sebeple oryantalist kalıyor.

matur yazısını burkanın içine girerek yazmış. ama tabii, ayşe armanın örtünüp yazdığı manada değil, kültürün içine girmek, tozun içine... şüphesiz anlamak için bakmak yeterli değil. eğer sadece bakmakla duymakla dokunmakla koklamakla tatmakla varlığı algılayabilseydik batıdan ne farkımız kalırdı? doğuyu doğu yapan sezgileriyle çıktığı o derin yoldur... yazarın bu yazısı doğunun hala aynı derin yolda yolcuları olduğunun da işaretidir. d..f.. -

3 yorum:

  1. isminizi ilk aslı erdoğan'ın radikal'deki bir yazısına tezer özlü'den bahsederek yazdığınız bir yrumda gördüm.sonra merak ettim sanal dünyada iziniz var mı diye ve buryı buldum.o yorumu yazan kişi siz misiniz bilmiyorum,ama yorum yazamasam da her yeni yazınızı okuyorum.

    YanıtlaSil
  2. hoş geldiniz kara kitap.
    evet, radikalde o yorumu yazan bendim ve beni gerçekten şaşırttınız. sessiz okura alışığım efendim, burası ruhlar odası... keyifle kalın lütfen.

    YanıtlaSil
  3. Yazının şu cümlesine tamamen katılıyorum.
    "Batı'daki bütün tartışma şunu gösteriyor; gelenek içinde anlamlı olan, bir başka kültürde görünür olunca sorun başlıyor!"

    Bir de, bir başka kültürle çatışma hakinde olma durumu var ki Fransa'daki yasak da bu bence; onlar kendi kültürlerini korumak isteğindeler.

    YanıtlaSil