13 Ocak 2010 Çarşamba

dosta söz



bir günlük yaşam var sakız çiğner gibi sıradan... şopenhaurun insan nitelemesi vardı bir felsefi metninde. insanı zamanı nasıl değerlendiğiyle iligili analiz ediyordu. bir insana bir zaman dilimi verin ve ona ait olduğunu istediğini yapabileceğini söyleyin diyordu. kişi o vaktini nasıl ve neyle değerlendiriyorsa yaşam kalitesi ve insani niteliği kendini ele verir. bunu insanın kendinde denemesi gerekiyor.

bunun başına ne zaman otursam -bu pc oluyor- hemen orada hazırladığım linleri açıyorum. yatarken okuyorum, şehiriçi yollarında. ve okuduğum şeyler birbiriyle çok ilgisiz bağlantısız olsa da mutlaka ortak bir noktaları karşıma çıkıyor. bu tuhaf birşey. hegel okurken gazetede onunla ilgili birşey görüyorum. bilgilere boşluk yaması gibi. bazen çok fazla köşebaşçı okuduğumu düşünüyorum. çok derken bir kaç isim fakat sürekliliği olan bir okuma arzusu. bir nevi takip. sonra sürekli bir haber kanalı izleme hevesi. başımı yastığa koyduğumda da derin bir keder ve ağırlık duyuyorum. o zaman gerçekten bir sümüklü böcek gibi hissediyorum. hiçbirşey yapamayıp çok şey yapmak isteyen. şöyle bir sarsmak sanki dünyayı. öyle de iri şeyler yapmak istediklerim. artık tv izleyemeceğim, gazete okumayacağım diyorum ama sonra sözümü unutuyorum.

sopenhaurun yaşamını düşündüm dün gece. çok kısa bir süre çalışmak zorunda kalmış. hep okumuş ve sakin ama sakil bir yaşam sürmüş. annesinden dolayı kadınlarla arası pek iyi değilmiş. ve bir metninde şunun gibi birşey diyordu kitap okumakla ilgili "günümüz filozofları sürekli eskileri birbiriyle kıyaslayarak birşeyler ortaya koyuyorlar. bu zaman kaybı ve hamalcılıktır" sonradan üniversitede çalışırken hegel ile yaşadığı sorunu öğrenince bu sözü ve birçok düşüncesinin aslında bir sert tavır, hazmedememe olduğunu farkettim. ne yani, büyük düşünürler küçük husumetlerden fikir üretmişler öyle mi? bu bir oyun olmalı, yaşam algıları yani ya da sıkışmışlığın verdiği patlama başka tarafa.

işte bu patlamada ben de varım. hepimiz gibi... kendimi çok ülkesiz, sınırsız, yönsüz ve tarafsız hissediyorum. dünyanın merkezi ruhumda patladığından bu yana dinamitlenmiş böbürlülüğümün dumanını aralamaya çalışıyorum. hani bana ne dünyadan türkiyeden diyemeyecek kadar benden taştım. hani otur şurada iki ev araba muhabbeti yap gündeliğinden köşe bucak kaçacak başka bir yabanilik hali... kuşların bol olduğu bir köyde kalan ömrümü biçip dikip gideyim.

herkes kendi yanmışlığını bilir. en derin sırdaştır acı, tanrıya duyurur beni en iyi. sen kendini yaşayan aşk ağacından koparıp ölgün aşk ateşine atmış bir dalsın. benim daha çilem dolmadı bu ağaçta. aşk yön bilmez ki, sınır, renk, kutsal... aşk kendini bilir ve dinletir. sen git daha, uzaklaş boylamlar ötesine. ben yönsüzlüğümle "mahut" yanayım içimde.

d..f..

-bir ayağı kırık kısrak-

2 yorum:

  1. merhaba ,
    umarım iyisindir .. yazılarının ve senin uzaklardanda olsa takipçinim..severek okuyorum.. antolojide artık neden yoksun bilmiyorum ancak blog adresini bırakman iyi olmuş..yazının özellikle son dizelerine bayıldım ;"herkes kendi yanmışlığını bilir,en derin sırdaştır acı beni Tanrı'ya duyurur.." yüreğine sağlık diyorum.. bunu mavi salona asacaktım ancak izin almadan asmanın sana saygısızlık olcağını düşündüm.. birde eğer iznin olursa bu at resmini alıyorum ?
    sevgi, ışık ve umutla kalman dileğimle..
    seni seven biri.. ha sevmek için görmek gerekli değil.. veysel karani r.a peygamberimizi göremden sevdi ;)
    sevgilerimle..belki de senin sevmedğin tınmadığın yada önemsemediğin biri..

    YanıtlaSil
  2. merhaba tuana nur. antolojiden ayrıldım evet, artık orada yazmıyorum birçok arkadaşım gibi. "söz kardeşliği" bir şekilde birbirini buluyor. kim olduğunu az biraz tahmin ettim.

    -iyi olmanı dileyerek selamlıyorum ;)-

    YanıtlaSil