15 Nisan 2010 Perşembe

siz hiç duvar oldunuz mu?

siz hiç duvar oldunuz mu? eğer duyup bilmediklerim yüzünden veremediğim tepkiler beni duvarlaştırıyorsa bu duvar oluş şekli bilinçsizdir. birkaç kez duvar oldum bilinçli... şimdi üzerime yıkıldı o duvarlar. şuan bir taraflara duvar olmuş muyum diye yokluyorum vicdanımı, kalbimi... çünkü o duvarların altında kalmak çok hırpalayıcı bir duygu. duvarken, umursamazlığın verdiği rahatlığın daha sonra bir işkenceye dönüşeceğini hiç düşünemiyorsun. öğrenmek böyle oyunlarla dolu, böyle yaralayıcı bir talan... öğrendikçe hafifliğiniz talan ediliyor. ağırlıktır "sevgilim yaşam"dan geriye kalan...
***

bundan yıllar evvel dilenciye para veren bir arkadaşıma bunu neden yaptığını sordum. Allah rızası için dedi. Allah sağ el ile verdiğinden sol elin haberi olmasın diyor... yani iyiliği içselleştirmek istiyor. bunu kendisine bir tapınma şekli için yapmıyor aslında. bu toplumsal bir görev ve en önemlisi insanın varlık amacı ve şekline anlam katan yegane eylem...

bugün 20 yaşlarında bir arkadaşla sohbet esnasında mutluluğun ve huzurun şeklini sorguladık. iyi giden şeylerde bilinçli bir huzursuzluk çıkardığını itiraf etti. sebebini anlayamadığını ekledi. ona iyiliğe ihtiyacı olduğunu telkin ettim. evet, huzursuzluk bazen yegane huzurumuz oluyor değil mi? hep mutluluk ve huzurlu bir yaşamın dayattığı can sıkıntısı bizi bir huzursuzluk arayışına ve eyleme zorluyor. bu belki içsel bir arayış. etrafımızda ve çok uzağımızda var olan zor yaşamların üzerimizdeki basıncıdır bu huzursuzluk arayışı. asıl huzurumuzun bizi bekleyen iyiliklere yönelmekle ve varlığımıza anlam katacak eylemlerle ortaya çıkacağına ihtimal vermedik hiç. ne tanrı için ne başka bir dayatma ile olmaz.

insanın sonsuz bencil olduğuna inandığım zamanlar oldu. bu öyle bir çelişki ki, insana sonsuz güvendiğim anların yanında o bencilliğini de gördüm hep. evcilleşmemiş o kadar yanımız var ki! hırslarımızı, açgözlülüğümüzü, böbürlenen, hakir görmekte haklılık arayan o kaba saba ilkel yanlarımızı "insani" değerler gibi savunup doğal karşılamamızı çoğu zaman anlayamadım. ilkellik dedim buna, yabanilik dedim. törpülenmemiş o yanlarımızı da kaba bir savaşla vurup kırarak, kah derin kah kanatarak incelttik, incelttiler. oysa vicdan gün gibi aşikar ve aydınlık bir alandır. vicdanı duvar yaptığımızda önümüze; iyiliği de, evcilleşme sürecimizi de daha az yara alarak ve daha medeni bir üslupla tamamlayabiliriz. sonsuz inanıyorum insana çünkü o donanıma sahip, o cevher var. ama bencillik duvarlarımız o kadar kalın ki... ve vicdanımızı o kadar az kullanır olduk ki...

duvar oluşluğumuz sonradan kavradığımız bir şey değil. çok moda tabir "empati"... empati insanı değiştirmez, başka biri yapmaz, kendini keşfedersin empatiyle. davranışlarını bir süzgeçten geçirir toplum içindeki yerini ve konumunu yeniden yorumlarsın. doksan derecelik dik bir açın varsa onu genişletir daha geniş bir ufukla bakarsın. duvar varlığımızın farkında olmak, o duvarın üzerine yıkıldığı gün başka duvarların da farkında olmaktır aynı zamanda. o kadar çok soyut duvarlarımız var ki, tıpkı bir domino oyunu bu yaşam... kendimizden çıkıp, kaçıp uzaktan bir bakalım geride bıraktığımız posaya...

mutedil ve sıradan olmayı aşkla seviyorum. belki özümseyemediğim için, içlerine girmek hevesiyle birer tutkuya dönüştüler kalbimde. sıradanlığı iç sesimin isyanına rağmen bastırdığım için bana öfkeli bir yanım. ama hayır! bu bencilliği kaldıracak sağlamlıkta değil ruhum! sıradan ve mutedil bir kimya beni üzerime yıkılacak duvarların ağırlığından koruyacaktır.

anarşist bir şarkı ama... duvarlarımıza gelsin... duvarlarımıza ve evcilleşme sürecimize...



d..f..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder