15 Aralık 2009 Salı

yaşam dediğimiz ağrıya bir sorgu

yazmak, yazmak, yazmak... neden yazarız yahu? derdimiz nedir bizim? daha dün gece, başım yastığa düşer düşmez başlayan bir yolculuk. saatler ilerliyor uyku yok! yastığa değip hışırtayan gözkırpıştırma sesi kipiklerimin, kulağımda irileşiyor. uyandığımda dökülen kirpiklerimi buluyorum yastığımda. uykusuzluktan ölen kirpikler...

bir anlam uydurmaya çalışıyorum kendime. içinde tüm sorularıma bir paye biçebileceğim iri bir anlam! neyin peşinden sonsuza kadar gidebileceğimi düşündüm. -tanrı olabilir mi? hayır!- aşk diyorum, bittiklerine şahit oldum. bir çekim gücü, cazibe merkezi olmalı mutlaka... kirpiklerimin müziği eşlik ediyor. evet, merak neden var? merak...

evrenin varoluşunu/yaradılış sürecini merak ettiğimde... 'big bang' dedi bilim. büyük patlama. o patlamanın yorumunda bir seçim yapıyorsun, yaradılış mı tesadüf mü? içimde sezgisel bir çekim, tesadüflerin anlamsızlığını ve sebepsizliğini hazmedemiyor. bir doğal sistemler zinciri içinde bir tesadüf bile diğer sistemlerin nizami çalışmasına ihanet ediyor gibi, eğreti... 'kün fe yekün' ile big bang... sıfır hacimli bir kara delik ve onu dışa çeken muhteşem bir güç, fiziksel olarak formulüze edildiğinde sıfır hacim 'hiç'e tekabül ediyor. sonra evren genişliyor diyolar bilim. dışa doğru açılıyor daha olduğu o günden beri. sonu neresi, nasıl bir son olacak? ya açılıp merkezin çekim gücünden kurtulacak ve savrulacak ya da tekrar içine doğru kapanacak. dünya içindeki fizik kuralları evrenin prototipi gibi. gitikçe genişliyor evren hem de tüm sistemleri aynı muhteşem dengeyle. nedir sürekli bir oluşa tekabül eden anlam? kimi doğa kimi tanrı isimlendirmesiyle kabullenmiş.

tüm bunlara yani tüm bu oluşuma ve devamlılığa bir başka bakış açısı da katmamız gerek. çünkü o bir dil, güçlü ama kavranması güç bir dile sahip. insan kalbi ve evren birbirine paralel varlık gösteriyor. evren gibi genişliyor kalp de. ve içinde binlerce aşk yumağı, harlanmış, tutuşmuş, yanmış, vaktiyle sönmüş aşk ocağı -yıldızlar- var. ruhumuzda beliren bazı ışıkların yanıltıcı olduğunu -sönmüş yıldızların yadigar bıraktıkları ışık yolculuğunda- anlıyoruz zamanla. aynıyız evrenle, aynı, itiş kakış, çekim ve yok oluşlar yaşıyoruz, hafızasal, kalpsel, ruhsal... evrenle aynı big bangta doğmadık mı, aynı 'kün fe yekün'de? muhteşem bir şiirin farklı dilleriyiz sadece.

o halde en başa döndüğümde şunu soruyorum kendime. aşk için değilim burada. ama aşkla devam ediyorum hep, varolduğum sürece. varlığımı anlamlandıran ve evreni de dışa doğru genişleten o 'merak', ötelerde nelerin olduğu...? değil mi? içimizde 'merak'ın olmadığı bir günün nasıl geçtiğini düşündünüz mü hiç? karanlık geçer, çok karanlık! yeni bir hareketi ve öğretiyi ekleyemediğimiz günün ne kadar anlamsız ve yavan olduğunu, kirpik hışırtılarının gecemize müzik olduğu zamanlarda merak değil midir bizi oyalayan? perdelerin ardı, nelerin olacağı, yorumlarımız beynimizde bitip tükenmeyen. tıpkı bakılan fallara duyduğumuz merak gibi.

bizi sonsuza kadar götürecek olan teş şeydir merak yani bilmek. bilmek arzusu. o aşkın özüdür. çünkü kutsal kitapların metinlerinde tanımak sevmenin ilk şartıdır der. bu cümle üzre düşünelim tekrar. evren dışa açıldıkça işgal ediyor merakıyla bilgiyi. içine alıyor genişledikçe. içine aldığını seviyor ki bütünleşiyor genişliği. tıpkı kalbimiz gibi. bildikçe tanıyor ve seviyor. sevmedikçe yıldızlar gibi söndürüp alıyor aşkını sıcaklığından, buz gibi anlamsız bırakıyor. oysa buzun anlamı da bir karşı anlamın gücünün varlığıdır ve şiddeti. bilmek, aşkı anlamlandıran ve içine nedenlerini de alan bir big bangtır. her yeni bilgi yepyeni bir yaratımdır. bilmediğin yoktur çünkü. bilgi senin ona müdahil olup, kavradığın anda, varlığını anlamlandırır ve bildiğinin varlığı da tarafından tanınır yani var sayılır.

ben bilgi için varolduğumu ve onun için yaşam yolculuğumu devam ettirebileceğimi kavradım. ve bilgiye tat veren aşk, çok acıtmadan bir genişlemeye yarıyor. evet aşk ve acısızlık... bu aşkın tanımı bir kadın ya da erkek bedeni olarak tanımladığımızda yukarıda yazdıklarımın hepsi buharlaşıp yok olacaktır.

bu noktada derinlik, kuyu ve kule metaforlarımı biraz daha irdeleyip buraya aktarmak isterim.

ama bunu yapmadan dün gece kavradığım bir bilgiyi daha not alayım. şiddetin varlığı. malum son günlerde çok fazla yaşamımızın içinde oysa şiddet her an varolan bir eylem rengi... oya baydar son aylarda çokça severek takip ettiğim ve düşünsel gücünün sağlam ve insani zaviyeden yüksek beğeni duyduğum bir münevver. 'mücadele' kelimesi savaşı anımsattığı için ve savaş literatürüne ait olduğundan onu kullanmak istemiyorum diyecek kadar militarizme ve savaşa karşı bir münevver. varlık...

farkettim ki şiddetin varlığını kabul etmemek ve onu tanımamak, ona yaşam alanı vermemek, şiddetin kendisi gibi, şiddete denk bir eylem! aman tanrım :) şiddetin varlığını tanımama şiddeti... oysa doğanın dilinde, tüm yaratım sürecinde 'şiddet' hayati önem taşır. evrendeki tüm varlıklar, varoluş süreçleri içinde onlara varlıkarının anlamını ve işlevselliğini katan özelliklerini hep bir şiddet sonucu kazanmışlar ve şiddetle bir çeşit sınır atlayabilmişleridir. efendim bakınız doğum, ölüm, kazalar, sel, deprem, fırtına gibi... bu noktada şiddeti yok saymak ya da tanımamak, şiddet içeren cümleleri kullanmayarak hümanist bir yaklaşıma soyunmak aslında insani yönlerimizin kaba bulduğumuz kısımlarını tanımayarak kendimizi eksiltmemiz. doğal yaşamın bir parçası olan şiddet olgunluğa giden yolda varlığı eviren ve dönüştüren çok önemli bir kavram. belki de en çok bu noktada şiddet hümanizm için varolmalı. -savaş kavramının bizzat kendisini bu şiddet tanımının içinden soyutluyorum çünkü henüz onunla ilgili sorularım çözülmüş değil-

biraz uzun oldu farkettim :) ama yaşam dediğimiz bir ağrımız var madem ona şekil vermek için sözü kısaltmak malzemeden çalmak gibi manidar (!)

çok çok eksikler var yukarda eklemeyi unuttuğum çünkü uykusuzluk içinde debelenen akıl sızıp ayıldığında veri kaybına uğrayabiliyor, affola aklım affola...

-yazmak için yazmadım, neden yazdığımı yazdım. ölen kirpiklerimin mezar taşına methiyelerdi-

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder