9 Mart 2011 Çarşamba

ellerin dünyası


size iki dünyanın ellerinden bahsedeceğim. aslı tohumcu, yıllardır düşündüğüm ve gözlemlediğim bir bakış açısını "taş uykusu" romanında işlemiş. benim bakış açım biraz daha farklı tabi ama olayın mihengi toplu taşıt yolcuları...

Yaşadığım ilçe ile çalıştığım ilçeler arasında çok uzun mesafeler olmasa da bir "ıraklık" var. Kültür, yaşam ıraklığı bu… bir iki somur örnek vereyim.

burada bindiğim metro sürüsücü (vatman) "kapılara dayanmayın diyorum!" şeklinde hırçın anonslar yaparken on durak sonraki aktarmada başka bir metroda anons yapan kadın "plase..." diye başlar, yumuşak sesiyle.

Burada metroya binenlerin elleri yara ve bere içindeyken orada yumuşak, bakımlı eller, demir kolları kavrıyor. Burada demir, ellerden incinirken, on durak ötede eller, demirin sertliğinden inciniyor.

Burada toplu taşımalar bazen ağız, bazen yağlı saç çoğunlukla ter kokusu yaygındır. Çok nadirdir hoş kokulu bir vagona denk gelmek. Ama on durak ötede tatlı kokar tüm kısa yolculuklar. Tatlı, güzel, ıtırlı...

"bu otobüs Türkiye'dir" diyor aslı tohumcu kitabı için. Spesifik bir yaklaşım… "Dünyadır" deseydi keşke. Dünyanın her yerinde aynı ellerin, aynı kokuların on durak arayla büyük farklıklar gösterdiğini kim yalanlayabilir?

Esasen yaralanmış sert eller, yumuşak ellerin eseridir. Onlara o estetiği veren, sert ellere yüklenen sorumluluklardır. Sert ellerin memleketinde ne yaşansa “suç” sayılırken, yumuşak ellerin memleketindeki suçlar bazen “kültür-sanat” formuna bile girebiliyor.

Zannederler ki, sert ellerin ülkesi, yumuşak ellerin ülkesini işgal edecek, ele geçirip, talan edecek. Hayır! İsterler ki; kendi ülkeleri de yumuşatsın ellerini, gidersin yaralarını. Talan değil de bir süreliğine takas etmeyi isterler ama… Bir günlük saadet için değil, görsün isterler, yumuşak eller, buralarda da insanların varolduğunu, burada aynı ellere hayatın ne kadar sert dokunduğunu…

Bu, bir savaştır. Gözlerimiz, bilincimiz algılayamıyor bu savaşı. Doğayı örnek almış kötü bir taklit...

Burada, aynı şehirde iki ayrı dünya yaşıyor. Dünyalardan biri “yumuşak ellerin dünyası”, diğeri “sert ellerin dünyası” … bu iki dünyayı ayıran, “eller”… Belki ötekileştirme, belki indirgeme, belki yok sayma, belki belki… Ama derin bir “yabancılık” var özünde.

Bu dünyada asfaltlar çamursuz, her ev bahçeli, her bahçe ağaçlı, çiçeklidir. Marketlerinde daha koyudur çikolatalar, içecekler daha saftır. Hatta size bir sır vereyim mi? Sert ellerin ülkesinde burada satılan ürünlerin bir miktarı satılmaz. Bu ellere özeldir o ürünler.

bu yüzden mi toplu taşımaları hep güzel kokar, kaptanları hep kibar beylerdir? bu yüzden mi yolcuların elleri yumuşak, ayakkabıları parlaktır?



Bu yumuşak eller cimridir ama. Bir simit alırken en pişkinini, en susamlısını seçer, giyecek alırken; hep ikinci indirimleri bekler. Ucuz sayılanı alırken bile, kırk kere evirip çevirip inceler. Değerlidir onların kuruşları, zayi olursa kıyameti koparırlar. Öyle de bir çirkeftir cimri yanları. sorun çıkarmaya bayılırlar.

Yumuşak ellerin sorunsuz dünyasında kimler yoktur ki? Dile, dine, ırka bakmazlar. Ellerinin yumuşaklığıdır ortak yanları, bu yeter onları bu ülkede yaşatmaya beraberce, kardeşçe(!)

Gel gelelim sert eller ülkesine. (Siz gelin, ben zaten bu ülkedeyim.) Tüm ayrışmalar bu ülkededir. Kürtleri Türklerden ayırırlar, Alevileri Sünnilerden, Ermenileri Yahudileri, ayıracak ne varsa ayırırlar, pirincin yanındaki taş gibi ayırırlar. Kimini çürüğe çıkarırlar. Kabadır bu ülke vatandaşı. buna mecburdurlar. Ayırmazlarsa, ekmek vermez yumuşak ellerin sahipleri.

d..f..

aslı tohumcu romanını tavsiye ediyorum. orjinal karakterler var. acıklı ve drajikomik... tıpkı memleketimiz gibi. unutmadan, aslı bu kitabı yazarken 2-3 ay ümraniye yaşayıp bol bol toplu taşıma kullanmış. bir de küçük dokundurma yapayım: bir yumuşak el, sert elleri anlamk için ülkemize deşrif etmiş. olsun/du...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder