1 Haziran 2010 Salı

mutsuzluğun bedeli


dün akşam eve gittiğimde 00:30 a kadar haber izledim. malumunuz, tartışmalar, yorumlar, yeni gelişmeler... kendimi kaptırmışım. buraya onların özetini geçecek değilim. bir ara ağladım. ankarada farklı kesimlerden toplanan kabalığı görünce... yemek yediğim ana denk geldi, ağzımı tıka basa doldururken öte taraftan burnum akıyor, yanaklarım ıslanıyor... ama sanki daha bir iştahla yiyorum. sonra başımı yastığa koyunca bu kürede mutlu olup olmadığımı düşündüm. evet, vallahi mutlu değilim bu kürede yaşamaktan.

bir kaç yıl evvel israil, yine ahlaksız savaş anlayışıyla halkların vicdanlarını ayaklandırmıştı. tepki için malum siyasi oluşumun toplandığı o klasik şişli meydanına gitmeye karar verdim. yağmurlu soğuk bir gün. meydan bağırışmalarla inliyor. kalablık canlı bir organizma gibi sürekli kendini yeniliyor, istanbulun bir çok köşesinden devam eden sirkülasyon... yumruklar havaya kalkıyor, birşeyler kahroluyor... şemsiyelerin gölgesinde üzerideki kapşonlu yağmurluğumla yumruğumu ben de havaya kaldırmışım. ben de kahrediyorum onlar gibi. o sırada önüme bir adam geçiyor, omzunda bir çocuk. ülke ismini telaffuz edemiyor, zar zor duyabildiğim sesi beni incitiyor. yumruğumu indirip meydanı terkediyorum. neden bilmem ama kendimi oraya ait hissedemedim o an. daha doğrusu sığamadım. insan bazen nerede duracağını bilemiyor. çook keskin bile olsa hatlar an geliyor kopuyorsunuz o keskinlikten, başka şeylerde varolabilme arzusuna dönüşüyorsunuz.

biliyoruz ki ortadoğu, kaderi savaşlarla barışık garip bir coğrafya. orada yaşammın içine girmek, doğarak; sonradan dahil olmaktan çok daha kolay. içinden giriyorsun şiddetin. orada şiddetle ve ihanetle büyüyorsun. bizler yanıbaşımızda olsa da alışamıyoruz buna bir türlü oysa onlar bunu günlük yaşamın bir parçası gibi kabul etmişler sanki. kadercilik, böyle bir şey mi?

bir arkadaşımla konuşurken düşünmekte olduğum bir şyi onunla paylaşmıştım. bu çok basit bir çıkarım, belki doğruluk payı var belki yok... sebze ve meyve tüketenler yani tarımla yaşamlarını sürdürenler hayvancılık yapan coğrafyalara nazaran daha kan dökücü sanki. hani karaenizde "faşist" bir vurgu olsa da günlük yaşamın içinde töresel, ya da ona benzer şeylerden kan dökme eylemleri duymayız çok fazla. ama doğudan çok sık duyuyoruz bu tür haberleri. aceba hayvancılık yapan toplumlar, şartları gereği kan dökmeye daha mı meyilli? bunu israile bağlayacak değilim elbette, bu coğrafi şartlarla ilgili bir durum. kadercilik denilen şey, budur işte.

neyse... gece başını yastığa koyunca insan daha kozmik düşünüyor. eskiden böyle düşününce biraz gevşerdim oysa bugün umutsuzluğun koyulaştığı bir manzara görüyorum. sadece can kaybına yol açmak değildir katliam. coğrafyasına yaydığı mutsuzluğun, huzursuzluğun da günahını yüklenmektedir israil. bizlere yaşattığı umutsuzluğun da...

şiddetin varlığını kabullenen ve yer yer olumlayan bir yazım vardı. belki de şiddeti bir daha sorgulmak gerekir.

1 yorum:

  1. okurken, benim de o yazın geldi aklıma. şiddetin varlığına tanık olmak, kişiye göre farklı duygulara neden oluyor. kimi 'şiddet şiddeti doğurur' klişesini doğrularcasına yağmasa da eser gürler. yağmaya hazırlara itici güç olur böyleleri.kimi de içinde birikmiş bütün öfkeyi(başarısızlıklar, düzen, hatta aşk acısı) yansıtacak bir neden bulmuş olur, kusar şiddeti..
    bazılarımız da şiddetin gerçeğini kavrar. içimizdeki şiddetin kötülüğünü..
    anlar ve karşısında yer alır:)

    YanıtlaSil