15 Mayıs 2010 Cumartesi

bir hamalın yorgunluk serüvenleri

nasıl geçti bir hafta, anlamış değilim. yokuş aşağı freni boşalmış bir tır gibi zaman. bir vakitler her şey çok genişti. her şey çok iriydi. şimdi ise her şey küçüldü, sıkıştı da ben irileştim sanki. zaman sıkıyor, sık boğaz ediyor.

sabahın köründe böyle şeyler de yazılır mıymış? metroda etrafa buzul saçan klimanın etkisiyle belki de soğuk şeyler düşünüyor insan. soğumak istiyor belki.. oysa dün gece gözlerimi kapar kapamaz yorgunluktan kendimi bir rüyanın içinde bulup o şaşkınlıkla gözlerimi açmıştım yeniden. yıldız yağıyordu. bir kaç saniyelik, belki de yorgunluğun verdiği sanrı. neden bu kadar yoruyorum kendimi?

beden ve ruh bir denge tutturamayınca yaşam raydan çıkıyor. sürekli bir daire çizen ve büyüyemeyen kısır bir yolculuğa dönüşüyor. ruhumun içinde sıkışıp kaldığı bu dişli beni o daraltmaya doğru çekerken bedenimle onu oradan kurtarmaya çalışıyorum. bir kaç sene evvel, kederim içime sığmayacak kadar büyüdüğünde köye gidip bir kaç hafta tarla kazmış, ağır işlerde çalışmıştım. akşam olup da başını yastığa koyduğunda hiçbir şey düşünemeden uyuya kalmanın güzelliğidir bu. ruhun hafif, özgür, biraz da dışlanmış hisseder kendini ama iyidir, iyi gelir ona bedeninin yorgunluğunda varlığını hissetmek.

burada yani büyük ve kalabalık şehirlerde yorucu işlerde çalışmak köyde tarla kazmak gibi olmasa da hiç yoktan iyidir. insan kendimden kaçayım derken aslında kendine dönmeyi özlemektedir.

bir de hep geç kaldığım bir şeyler vardır. tanrım! bir şeyi aylarca kovalayıp yorgun düştüğünüzde ansızın yanınızdan geçip gittiğini düşünün. işte böyle bir şey yaşadım. bunu haksızlık olarak düşündüm. söylendim, öfkelendim kendime. elime bir kalem alıp, sıradan ama anlamlı bir kalem, saatlerce yürüdüm ayağımı acıtan o aptal ayakabıların içinde. eve vardığımda yürüyemiyordum. bu yorgunluk hali ancak 3 sayfa yazı yazamakla biraz huzur verdi bana. oysa ne kadar yazsam söyleyemediğim tüm sözler gene kalbimin cebinde küskün küskün benimle uykuya daldı.

iç karartıcı değil mi? bahar iyiliktir demişti şair. bahar geçiyor ve ben korkuyorum. bu gün bir gemi kalkacak şiir iskelesinden. gitmeyeceğim. kızgınım ama kime kızdığımı bile bilmiyorum, garip bir durum.

bekleme odam, cumartesi günü. ne güzelsin, saçına tek yaprağı kalmış bir papatya takıyorum. bekliyorum, bekliyorum... godot tüm günlerimizi eline geçirmiş.içimizde beklemeyi seven ve isteyen kabarık bir deniz var.

şimdi hal böyleyken deniz baykalın ahlak anlayışını, oynadığı kasetleri, piyasa çıkaracağı "...devam edecek" dvd leri hiç umrumda değil doğrusu. her sabah gördüğüm evsiz adamın "aceba tuvaletimi nereye yapsam" düşüncesi kadar ilgilendirmiyor beni.

bu vesileyle öpüyorum cumartesimin zarif ellerinden..

d..f..

1 yorum:

  1. Aynen öyle!
    Ben de ne haftanın geçişini anlayabiliyorum, ne de haftasonunun...
    :)
    Hammallık dediğin, biraz insan ruhunun yapısından olmalı. Ne kadar yük atarsan at, dönüp dolaşıp taşınacak yükün altına giriyor insan.

    YanıtlaSil